‘’Öğrenciyim ve evlilik gibi bir hata yapmış bir insanım. Şiddet gördüm, her şeyime el konuldu. Lütfen bana yardım edin” diyordu gelen mesaj.
‘Evlilik gibi bir hata yapmak…’ Kadınların evlilik içinde, süresince neler yaşadığını anlatmak için en doğru cümle gibi.
Evlilik ve aile kurumu, yukarıdaki mesajda anlatılmak istendiği gibi kadınları sınırlayan, şiddete boğan, aldıkları nefesi bile burunlarından getiren, hayatlarını ve o hayatta elde ettikleri her şeyi gasp eden şey. Tüm kadınlar hayatlarındaki herhangi bir erkeğin şiddetine öyle ya da böyle maruz kalıyorlarsa da, evlilik içinde kadınların kocalarından gördüğü şiddeti başka türlü konuşmak gerekir diye düşünüyorum.
Boşandıktan sonra da rahat durmayan kocalar, nişanlılık dönemi itibarı ile baskı kurmaya, değişik dozlarda şiddet göstermeye başlar. Mesela dışarı çıkış ve eve giriş saatleri ile kimlerle ve ne zaman gezilip gezilmeyeceği müdahalesi evlilik öncesinde kadını denetimden sorumlu erkeklerden kısmen devralınır. Evlenince zaten kadın kocasının ‘malı’ olmalıdır artık.
Uzuuun uzadıya kadınların kocalarından ne tür işkenceler gördüğünü anlatmaya ne yürek dayanır ne satır yeter. Fakat kısaca değinmek gerek belki. Evin tüm hamaliyesi tek kuruş ücret ödemeden kadının üzerindedir bir kere. Bir de bu kadın dışarıda bir işte çalışmıyorsa… Nişanda ve nikahta takılanlara genel olarak el konulur. İtiraz edilemez. Edilirse kadın bundan hiç de ‘kârlı’ çıkmaz. Evin ütüsü, yemeği, temizliği, çocuk varsa tüm bakımı sadece ve sadece kadına aittir. Bir de kocanın yaşlı ana babası varsa bakım sorumlusu da kadın olur. Çünkü gelin dediğin… , çünkü gelenek ve görenekler…
Kadın çalışıyor olsa dahi emek sömürüsü ile şiddet kesilmiş olmaz. Kadınların ellerinden maaş kartlarını alıp kadına kuruş para vermeyen ya da iyi ihtimal kadının gelirinden ona haftalık veren kocaların sayısı çok fazla. Evlilik onlara tüm bu konfor alanını sağlıyor çünkü. Kadına biçilen ‘rol’ ile erkeğin hareket alanı arasında dağlar kadar fark var. En büyük eşitsizlikler evlilikle başlıyor. Medeni Kanun takılanları geline verse de, evlilik kurumunun kendilerine sağladığı ve devlet destekli geleneksel aile reisi rolünden vazgeçmeyen erkekler, tehditle ya da bin bir çeşit entrika ile kadınların elinden takıları ve eşyaları alıyor. Eşitçe ve yarı yarıya paylaşmak bile akıllarının ucundan geçmiyor. Çocuklar ise erkeklerin hemen hemen hepsince kadını incitmek için kullanılan bir ‘araç’. Yoksa ‘çocuğum olmadan asla’ diyen bir erkeğe rastlamak bir istisna.
Evlenmeyi tercih eden ve istikrarlı bir evlilik sürdürenler olabilir. Ama ben bunun erkekliğin bu kadar yüceltildiği bir dünyada asla eşitçe olmayacağını düşünüyorum. Olmuyor da zaten. Kadınlar ya mutsuz ve kavga gürültü ile bir yaşam sürüyorlar, ya tüm ömür rol ve bunun neticesinde ağır depresyonla geçiyor, ya da bir noktada geç de olsa yukarıdaki mesaj geliyor.
Peki evlilik şart mı? Hayır. ‘Aile dışında bir hayat var.’ Hatta hayat bize dayatılan tüm rollere ve eziyetli evliliğe karşı özgürlüğümüzü kısıtlayan ailenin dışında bizi bekliyor.