Dünyayı kasıp kavuran koronavirüs salgınında ABD, İtalya ve İspanya ölüm rakamlarıyla öne çıkıyor. Yanı sıra Hollanda’da da durum pek iç açıcı değil. İki Türkiyeli politik mülteci, Hollanda’da yaşananları anlattı
Nevin Cerav/İstanbul
Çin’in Vuhan kentinde 2019’un sonunda ortaya çıkan ve bulaşıcı hastalığa yol açan koronavirüs salgını dünyada yayılmaya devam ediyor. Türkiye dahil 180’den fazla ülkeye yayılan koronavirüs salgınıyla ilgili her ülke çeşitli tedbirleri hayata geçiriyor. Bu tedbirler hayata geçirilirken ise iktidarların aldığı kararlarla öncelik verilenin insan hayatı olmadığı tüm yönleriyle ortaya serildi. Salgın sırasında özelleştirilen sağlık sisteminin ne kadar kolay çökebildiğine, salgınla bire bir mücadele veren sağlık emekçilerinin korumasız bir şekilde çalıştırıldığına tanıklık ettik, ediyoruz. Kapitalist çarklarını hız kesmeden döndürmeye devam eden hükümetlerin işçi ve emekçileri açlık tehdidiyle salgının ortasına attığı da yaşanan gerçeklerin başında yer alıyor. Dünya ülkelerinin salgın hastalık karnesi üç aşağı beş yukarı büyük benzerlik gösteriyor. Türkiye dışında bu ülkelerden birine daha yakından bir göz atalım istedik.
Bu ülke Rotterdam kenti Avrupa’nın en büyük limanlarından biri olan Hollanda. Hollanda’da bugün itibarıyla koronavirüs vaka sayısı 33 bin 405, hayatını kaybedenlerin sayısı ise 3 bin 751.
Hollanda’da iki politik mülteci
Topraklarının çoğunluğu deniz seviyesinin altında olan Hollanda, monarşi ile yönetilen ama aynı zamanda da Avrupa Birliği ve NATO üyesi olan bir ülke. Peynirleri, yel değirmenleri , bisikletleri, laleleri, holştayn adı verilen inekleri ve sosyal hakları ile tanınan Hollanda’ya yıllar önce politik mülteci olarak gitmiş iki Türkiyeli ismin yaşadıkları ve gözlemlerini aldık. Hollanda’nın Rotterdam kentinde yaşayan iki isimden Zeynep Güler, salgın sırasında hükümetin aldığı tedbirleri, kendi gözlem ve deneyimleriyle yaşananları anlattı. Diğer isim ise koronavirüse yakalanmış olan Ahmet Deniz. Deniz, koronavirüse yakalandıktan sonraki süreci ve hastanede yaşadıklarını paylaştı bizimle.
İlk görüştüğümüz kişi Zeynep Güler. Türkiye’deki 12 Eylül Darbesi’nden sonra politik mülteci olarak Hollanda’ya başvuran ve oturum alan Güler, 30 yıldır orada yaşıyor. Salgın süreciyle ilgili sorularımızı yanıtlayan Güler’in anlattıkları, ülkelerin küresel bir kriz sırasında insanı değil sistemi korumak adına nasıl canla başla hareket ettiğini tüm yönleriyle ortaya koyuyor.
- Hollanda’da koronavirüs salgını nasıl başladı ve nasıl tedbirler açıklandı?
Biz kendi aramızda konuşuyorduk salgını, Çin’de yaşanırken. Bir mekanda çalışıyorum, orada da müşterilerle konuşuyorduk. Fransa’da çıktığını öğrendik önce, 1 kişi ölmüştü. Sonra İtalya’ya sıçradığını öğrendik. Birbirimizi bilgilendiriyorduk, okuduğumuz haberler üzerinden. 28 Şubat’ta sağlık bakanı bir açıklama yaptı ve Hollanda’da 50 yaşlarında bir erkekte koronavirüs çıktığını söyledi. Bu kişinin de yakın zamanda İtalya’yı ziyaretten dönen biri olduğu söylendi. Hollanda’nın kuzeyinde Brava diye bir kent var, Belçika’ya sınırı olan bir kent. Virüsün yoğun olarak yayıldığı yer ilk olarak Brava’ydı. Orada büyük bir panik başladı. Oranın dışındakilere yani bize ne belediyelerden ne sağlık bakanlığından ne de başbakanlıktan her hangi bir yasaklama ya da sınırlama kararı gelmedi. Ama Brava bölgesindeki insanlar video paylaşımları yapıyorlardı. Dükkanların yağmalandığı videolardı bunlar. Çünkü birçok insanın virüs testi pozitif çıkıyordu. Biz sanki başka bir ülkede yaşıyormuş gibi o bölgeyi izliyorduk. Bu gelişmelere rağmen hükümetten hala bir önlem alma yoktu. En azından bizim eleştirimiz ilk o bölgede virüs yoğunlaştığında orada karantina ilan edilmesiydi. Ama bunu yapmadılar.
- İlk tedbirler ne zaman yapıldı ve nasıl kısıtlamalar getirildi?
Şubat ayının ikinci ya da üçüncü haftasında bazı tedbir ve uyarılarda bulundular ama hiçbiri yasaklama şeklinde olmadı. Seyahate çıkmamamızı, tatile ya da ziyarete gitmememizi tavsiye ettiler. Ardından 60 yaş üzeri olanların metro ve tramvaya binmemesi uyarısı yapıldı. Hijyenimize dikkat etmemizi, ellerimizi sık sık yıkamamız konusunda uyarmaya başladılar. Fakat 6 Mart’ta 86 yaşında birinin öldüğü açıklandı. Bu ölümden sonra burada da acayip bir panik başladı. Dükkanlar yağmalanırcasına alışverişler başladı. Her şey yok satıyordu. İnsanları görmeniz lazımdı, arabaların bagajları tıka basa doluydu. Buranın da çok yoksulu var. Bu dönemde video paylaşıyorlardı; biz yoksuluz, paramız yok çok bir şey alacak’ diye. Mesele poşetli 15 paket ekmek alanlar bir paketini isteyen kişilere vermiyordu. Gıda stokuna yöneldi insanlar. Uzun ömürlü gıdalar, 3 ay dayanan sütler, patates, soğan, kuru bakliyatlar, makarna rafları bomboştu. Firmalar yetiştiremiyordu, akşama kalınca mı boş raflarla karşılaşıyorduk.
- Koronavirüs salgınıyla ilgili hükümetin tavrı ya da planı ne oldu?
Başbakanın mantığı şuydu; bu virüsü bırakalım kontrollü bir şekilse yayılsın. O nedenle de çok ağır davrandılar önlem almakta. 15 Mart’ta kafeler, diskotekler, restoranlar, okullar, kreşler, güzellik salonları, berberlerin kapatılmasına karar verildi ve yasak geldi. Bu süreçte gıda stoku yapan yaptı, yapamayan kaldı. Böyle bir curcuna yaşandı. Biz 15 Mart’a kadar çok sosyaldik, hiçbir önlem almadan yaşadık. Sadece ellerimizi sık sık yıkıyorduk ama zaten günlük temizliğimize dikkat ederdik hep. Kafede de müşteriler gelip gidiyor diye ekstra olarak kapı kollarını, tuvaletleri daha sık temizlemeye başladık. 15 Mart’a kadar kafeler, restoranlar her yer tıkış tıkış doluydu, hiçbir eksilme yoktu müşteride. Hatta biz terası açma planı yapıyorduk havalar ısınıyor diye.
- Sokağa çıkma yasağı uygulanmadı mı?
Biz genel olarak evlere kapandık ama burada hiçbir zaman sokağa çıkma yasağı uygulanmadı. Mağazalara veya kapatılan okul, kafe, kreş gibi yerlerin dışında da yasak gelmedi hiçbir yere. Mart ayının sonlarına doğru 3 kişiden fazla sayıda bir arada olmak yasaklandı. Burada da Türkiye’deki gibi güneş çıktığında parklar, piknik alanları, deniz kenarları, plajlar tıklım tıklım doluyor. Oralara tabelalar astılar bir buçuk metre mesafeyi koruyun diye ama insanlar dinlemiyordu. Bu nedenle buralara kısıtlama getirildi. Dışarı çıkmak yine de yasak değil, çıkabiliyoruz, yürüyüş yapabiliyoruz ormanda. Evimizin yakınında bir orman var, piknik sayfiye alanı gibi oralarda günlük yürüyüş veya bisiklet turu yapıyoruz.
- Kapatılan iş kolları ve okullar dışında insanlar çalıştırılıyor mu?
Evet çalışanlar var. Sağlıkçılar, polisler dışında da birçok kişi çalışıyor. Marketler açık, saydığım sektörler dışındaki yerler açık. Belli iş kolları var evde çalışma sistemine uyun olanlar, onlar evde çalışma sistemine geçti. Bankacılar, benzer iş kollarındaki şirketler evden çalışıyor. Eğitimciler online ders veriyor çocuklara. İnşaat sektörü mesela full çalışıyor. Gaz boruları, lağım boruları değiştiriliyor. Kaldırım ve yol çalışmaları da yapılıyor. Bunlar devam ediyor.
- Peki yoksul kesim, işsizler ve çalışamayan kesime para bağlandı mı bu süreçte?
Burada zaten geliri olmayan kimse yok. İşsiz, yoksul veya çalışmayan kesim işsizlik ödeneği alıyor. Ya da sosyal ödenek alıyor. Bu ödenekle asgari ihtiyaçlar karşılanıyor. Kirasını, faturalarını ödeyebiliyor. Günlük yaşamını idame ettirebiliyor. Bu zaten vardı ama bu süreçte ek ödenekler de yaptılar biraz daha. Hiç çalışmamışsa, işçi değilse de sosyal ödenek veriliyor. Aileyse bin 200 civarı, tekse 900 Euro civarı sosyal ödenek veriliyor. Kira yardımı da ekstra ödeniyor. Yani asgari ücret düzeyinde bir gelirleri var. Küçük işletmelere de kapalı oldukları için ya da kapatılan kafe restoranlar, güzellik salonları, berberler bunlar da devlete başvurarak biner Euro yardım alıyor.
- Hollanda’nın sağlık sistemi nasıl?
Korona öncesi de diğer Avrupa ülkeleriyle kıyaslarsak mesela Fransa, Almanya, Belçika’yla, en berbat sağlık sistemi Hollanda’da diyebilirim. Sağlıkla ilgili ihtiyaçların büyük kısmını vatandaşa ödetiyorlar. Kendimden yola çıkarak örnek vereyim. Ben doğru düzgün doktora gitmiyorum mesela ama her ay sağlık sistemine 170 Euro para ödüyorum, sırf ev doktoruna gittiğim için. Bu ödediğim paraya rağmen karşılığında da çok memnun olduğumuzu söyleyemem. Her rahatsızlığı psikolojiye bağlıyorlar burada. Bir parasetemol var, her rahatsızlığınızda onu veriyorlar. 30 yıldır burada yaşıyorum, direkt hastaneye gidemiyorum. Önce ev doktorunu telefonla arayıp derdini anlatıyorsun, randevu verirse gidebiliyorsun. Gittiğinde de diyor ki, ‘Parasetemol al geçer.’ Yabancıysan da ‘psikolojiktir’ deniliyor.
- O halde bu salgın sırasında çok zorluk yaşıyorsunuz…
Evet, maalesef. Korona salgınıyla birlikte sağlık sisteminde şöyle bir şey gelişti; doktora gidemiyorsun. Çok acil durumdaysan, mesela evde tedavi edilemeyecek durumdaysan ya da dayanamayacak noktadaysan ev doktoruna gidebiliyorsun. Aradığında ev doktorlarını, çok uzun zaman bekliyorsun telefonda, bir buçuk saat bekledim ben 3 saniyelik konuşma için. Çevremde kanser hastası tanıdıklarım var, hepsi çok şikayetçi. Bu süreçte gelmeyin deniyormuş onlara. Düşünün bunlar kanser hastaları. ‘Evde dayanmaya çalış, parasetemol al’ deniliyor onlara. En son noktada kabul ediyorlar bu hastaları. Sağlık bakanı sık sık şöyle diyor; ‘Öksürüğün varsa evden çıkma.’ Hastaneler ağzına kadar dolu. Başka hastalıklardan tedavi gören hastaları hastanelerden çıkardılar, evlerine gönderdiler. Virüslü hastaları alıyorlar, yoğun bakımlar dolu. Personel yetersizliği var, ambulans sayısı çok az. Korona olduysan 14 günlük süreyi evde geçirmen gerekiyor, kullanabileceğin sadece parasetemol var. İkinci haftanın sonunda ararsan görevli eve geliyor bir kan testi alıyor. Kan testinde virüs varsa bile pozitif çıkmıyor, tespit edemiyorlar
- Hollanda’da yaşlıların virüs nedeniyle ölümleri yoğun mu?
Hollanda’da yaşlı nüfus oldukça fazla. Benim yaşadığım bölgede çok sayıda yaşlı yurdu var. Yaşlıları da almıyorlar hastanelere, çevremden de çok duyuyorum. Yaşlıların kaldığı yurtlardan, evlerden cesetler çıkarıyorlar. Buradaki ölüm saylarına onları ekliyorlar mı bilmiyorum. Bu konuda tereddüdümüz var, sadece hastanede ölenleri mi DSÖ’ye bildiriyorlar diye. Oysa yaşlı yurtlarında özellikle büyük bir trajedi yaşanıyor. Evlerden çok ölü çıkarılıyor, morglarda yer yok. Bir büyük konser alanı var, normalde sergi filan da yapılıyordu. Orayı şu anda hastane gibi düzenlemeye başladılar. Hollanda da, birçok ülkede olduğu gibi gerçek korona rakamlarını vermiyor diye düşünüyorum.
- Ölüm ve vaka tırmanışı nasıl?
Hollanda’da henüz hastalık tepe noktaya ulaşmadı. Her gün yüzden den fazla insan hayatını kaybediyor. Gençlerde de çıkmaya başladı, onların da grup halinde gezmelerine sınır getirildi. Kalabalık şekilde çıkanlara para cezaları yazıyorlar.
- Hollanda hükümeti sizin gibi mültecilere ve göçmenlere ayrımcılık uyguluyor mu?
Devlet olarak politikalarında ayrımcılık yok. Fakat ırkçı partiler yapıyor tabii. Hollanda’da korona ilk çıktığında ırkçı partiler, ‘Yabancılar ülkelerine dönsün, yaşlılar da bu hastalıkla ölsünler. Temizlensin, kurtuluruz’ şeklinde söylemlerde bulundu. Tabii buranın yaşlıları için de söylediler bunu. Hollanda’da resmi rakamlara göre 300 bini aşkın Türkiyeli yaşıyor. Faslılardan sonra en kalabalık ikinci nüfus Türkiyeliler.
- Orada yaşayan bir ‘yabancı’ olarak kaygılarınız arttı mı salgın sürecinde?
Bu kaygıları her dönemde yaşıyoruz sadece salgında değil. Hollanda’da geçmiş ekonomik krizlerde de krizin en ağır darbesini önce yabancılar yer. İşsiz bırakılırlar, gelir kaybına uğrarlar. Bu süreçte de böyle olacaktır. Büyük bir ekonomik kriz kapıda gibi görünüyor. Firmalar böyle dönemlerde gözümüze sokarak yapmasalar da önce bizi işten çıkarıyorlar. Kendi vatandaşlarını kayırıyorlar. Eğitim olarak bir Hollandalı ile aynı seviyede bile olsan kriz dönemlerinde yine de ilk seni işten çıkarıyorlar. Bu hep böyle oldu. Hollanda’da diğer ülkelerden gelmiş herkes özellikle de kriz dönemlerinde ‘kara kafa’ olarak etiketleniyor.
- Hollanda toplumunun hükümetin salgın politikasına karşı farklı talepleri var mı?
Halk sokağa çıkma yasağı filan istemiyor burada. Aksine kısıtlama tedbirlerine kızıyorlar. Bir kuzey ülkesi burası, güneş az, depresyon oranı çok yüksek. Yani bu koronadan dolayı böyle değil, normalde de böyle. İklimiyle ilgili sanırım depresyon çok yüksek burada. Herkes kişisel olarak dikkat ediyor salgına karşı.
- 30 yıldır orada yaşayan biri olarak bu salgın döneminde Türkiye’de olmak ister miydiniz?
Çok samimi cevap vereyim. Kesinlikle böyle bir isteğim yok. Çevremdeki Türkiyelilerden de duymadım böyle bir şeyi. Ben 20’li yaşlarıma kadar Türkiye’de büyüdüm. Oranın kültürünü aldım, orayı seviyorum. Bir kulağımız, gözümüz hep orada, ailemizde, arkadaşlarımızda, takip ediyoruz. Fakat orada olmak istemem yine de. Türkiyeli kanallar var burada, izliyoruz olan biteni. Diyorum ki, iyi ki buradayım. Nasıl bir kaos, nasıl bir ikiyüzlülükle yönetiliyor. Cumhurbaşkanı çıkıp öyle pembe bir tablo çiziyor ki, biz burada şaşırıp kalıyoruz. Sanki her şey güllük gülistanlık, bütün önemler alınmış gibi atıp tutuyorlar. Biz burada sokakta oradaki kadar çok polis görmüyoruz. Türkiye’de sokaklar polis kaynıyor, çok saçma. İnsanları itip kakıp gözaltına alıyorlar. İnsanlar zaten salgın nedeniyle gergin, birçok duyguyu bir arada yaşıyorlar. Bunun üstüne bir de devlet baskısı çok fena bir durum.
- Hollanda’da salgın nedeniyle cezaevlerinden tahliyeler yapıldı mı?
Burada cezaevleri tıklım tıkış değil normalde. Hatta bu nedenle birçok cezaevi kapandı. Tutuklu, hükümlü sayısı çok fazla değil. O nedenle burada cezaevindekiler serbest bırakılmadı.
‘Korona olduğuma inandıramadım’
Ahmet Deniz, 34 yıldır Hollanda’da yaşıyor. 12 Eylül askeri darbesi mağdurlarında biri ve politik ilticada bulunarak Hollanda’ya gitmiş. Türkiye’de ilkokul öğretmeni olan Deniz, Hollanda’ya gittiğinde okullarda Türkçe dilinde ders vermeye başlamış. Fakat Hollanda hükümeti bütçe az diyerek 2004 yılında o bölümleri kapatmış, Deniz işsiz kalmış. Ailesiyle birlikte Roterdam’da yaşayan Ahmet Deniz, salgın sırasında Covit-19’a yakalanan binlerce kişi arasına katılanlardan. Hastalık sırasındaki deneyimlerini aktaran Deniz’in yaşadıkları özelleştirilen sağlık sisteminin nasıl olmaması konusuna açıklık getirecek cinsten.
Hastane için mücadele
Korona olduğunu ateş ve kırgınlıkla başlayınca anlayan Deniz, üstüne öksürük de eklenince doktoru armaya karar vermiş. Doktora ulaşma ve hastaneye kaldırılma sürecini ise neredeyse hastalığından daha zor geçirmiş. O süreci şu şekilde anlatıyor Deniz: “Ev doktorunu arayıp şikayetlerimi anlattım ama bir türlü inandıramadım. Oysa ben emindim korona olduğuma. Bir hafta hiç müdahale etmediler bana. Burada ev doktoru sevk etmeden hastaneye gidemiyorsun. Sağlık sistemi özelleştirildiği için sağlıkta önemli kısıtlamalara gidildi. Bu nedenle de ev doktorları kolay kolay hastanelere sevk etmiyor. Neyse, gittikçe kötüleşmeye başladım, tekrar aradık yine hastaneye sevk etmedi. Üçüncü defa aramamızda da ev doktoru eve geldi fakat yine tereddütte kalıp yine hastaneye göndermedi. Bir süre sonra oğlum nöbetçi ev doktoru aradı ve ısrar üzerine onlardan biri eve geldi. Bu arada ateşim hiç düşmedi ve sürekli yükseliyordu. 40 dereceye çıktı. Eve gelen nöbetçi beni hastaneye sevk etti nihayet. Kendi imkanlarımla bir hastanenin aciline gittik. Orada bütün organlarıma bakıldı. Akciğer filminden sonra korona testi yaptılar. Doktor, ‘koronasın’, yatıracağız seni’ dedi. Yatırdılar, tek odalı bir izolasyon bölümüne aldılar önce. Bu arada ateşim 40 dereceyi de geçti, sürekli parasetemol verdiler. Buzlu su içirdiler ateşim düşsün diye. Serum bağladılar ve bir de ciğerlerime yeterince oksijen gitmediği için burundan oksijen verdiler. 1 gün sonra doktor testimin pozitif çıktığını söyledi. 4 gün kaldım hastanede. Ateşim 37 buçuğa düştü, ciğerlerime oksijen akışı da biraz düzeldiği için evde karantina kararı aldılar. Evin bir yatak odasında izolasyona aldım kendimi. Eve çıktıktan bir hafta sonra ateşim tamamen düştü ama öksürük devam etti. Öksürüğüm tamamen kesildikten bir gün sonra karantinadan çıkabileceğim söylendi.”
‘Tek alternatif sosyalizm’
Hastalığı süresince moralini hiç bozmadığını dile getiren Deniz, yaşadıklarını anlatmayı bitirdikten sonra şu değerlendirmeyi yaptı: “Kapitalist sistem insan ve doğa düşmanıdır. Bu sistemin tek önemsediği şey kardır. Kuş gribini düşünün, domuz gribi gibi birçok virüs türüyor. Şimdi de korona. Dünyada sağlık özelleştirilmiş, sağlık sigortaları özelleştirilmiş. Sen hasta olarak yoksun ki, hastanenin müşterisi olarak görünüyorsun. Oysa sağlık sisteminin ücretsiz olması gerekiyor. Neo liberal politikalardan en çok etkilenen alanlar eğitim ve sağlık. Çalışanlar, işçiler çoğu ülkede çalışmak zorunda bırakılıyor. O yüzden de bu virüsler daha çok çalışan kesimlere bulaşıyor. Dünya halklarının kapitalist sisteme karşı mücadele vermesi gerekiyor. İnsan ve doğa düşmanı kapitalist sistemin bir alternatifi vardır, o da sosyalizmdir.”