Her zaman vardır onlar; savcılık kürsüsünden yukarıdan bakarak asla seviyesine ulaşamayacakları insanları yargılayıp küçük düşürmeye çalışırlar. Ama sonra, unutulup giderler, hatta unutulmazlar da belli belirsiz bir leke gibi kalırlar geride
Arif Mostarlı
Roy Cohn deyince, nereden başlamak gerektiğini bilmek zor. Çünkü onun adını andığınızda önünüze neredeyse son 70 yılın Amerika’sının bütün fosseptik çukurları boşalıveriyor. Belki de o, ‘saf kötülük’ denilen şeyin temsilcisi olarak var olmuştur diye düşünüyor insan.
Hızlı bir yükseliş
Uzun ve karışık bir hikâye bu; daha doğrusu ana çizgi belli ama karışıklık ayrıntılarda. Roy Marcus Cohn, 20 Şubat 1927’de New York’ta doğdu. Babası bir yargıçtı, annesi ise zengin ve güçlü bir ailenin üyesiydi. Hayata bir adım önde başlamıştı yani ve hep yüksek prestijli özel okullarda öğrenim gördü. Kafası baştan beri politika ve paraya çalışıyordu ve güçlü insanlarla tanışmak adeta hayat ilkesiydi. İddialara göre, henüz bir lise öğrencisiyken arkadaşları ve öğretmenleri için ufak tefek komisyon işlerine başlamıştı bile. Muhtemelen II. Dünya Savaşı’nda askere alınmamayı da öyle başardı. Daha sonra hukuk okudu. Süper bir öğrenci olarak okulu bitirdiğinde, henüz Baro üyesi olacak yaşa bile gelmemişti.
Şöhrete erken ulaştı Cohn. Genç bir avukat olarak bölge savcısı yardımcısı olarak çalıştı ve sansasyonel dosyaları her zaman sevdi. En sevdiği de”Komünist” olduğu iddia edilenlere karşı başlatılan cadı avında rol almaktı. Ama asıl şansı Rosenbergler davasında yakaladı. Henüz yirmi üç yaşındayken Julius ve Ethel Rosenberg’in idamı ile sonuçlanacak davada, bu kararın çıkmasına yol açacak ifadeleri alan savcı oldu. Sonradan Cohn’un tanıklardan aldığı ifadeleri manipüle ettiği ortaya çıkacak ama o, Rosenberg’lerin idam edilmesi için elinden geleni yaptığını, Başsavcı ve davanın hâkimini idam kararı için yönlendirdiğini söyleyerek övünecekti.
McCarthy’nin has adamı
Bu büyük”başarı” elbette dikkat çekecek ve bir süre sonra Cohn,”Cadı avı”nın mimarı McCarthy’nin baş danışmanı olarak komünist olduğundan şüphelenilenlere yönelik sorguları yönetmeye başladı. Çoğu”kayıt dışı” olarak yapılan sorgulamalarda, şantaj, tehdit, küçük düşürme, her şey serbestti! Ama sonunda Cohn ve ekibi işin suyunu çıkardı. ABD Ordusu’na kafa tutmaya çalışmaları ise bardağı taşıran son damla oldu ve 1954’te Cohn, McCarthy’nin yanından ayrılmak zorunda kaldı. Zaten artık McCarthy de gözden düşmeye başlamıştı.
Ama tam bir”hacıyatmaz” olan Cohn, zirvede kalmayı sürdürdü. Yeniden avukatlığa başladı, müvekkilleri her zaman zenginlerdi; bu arada mafya ile ilişkilerini geliştirdi, hatta mafya toplantıları onun ofisinde yapılmaya başlandı. Para ve güçlü ilişkiler formülü her zaman yürürlükteydi. Siyasal alanda ise Cohn’un yaşamı, Nixon, Reagan gibi Amerikan gericiliğinin en ünlü aktörleriyle kesişti.
Bir Trump yaratmak
Ama asıl büyük aşkı, 1973’lerden beri tanıştığı Donald Trump oldu. Trump tam ona göreydi! Cohn’un”Her zaman saldır ve asla özür dileme” prensibi, Trump’ta cisimleşmiş gibiydi. Baba ve oğul Trump’ların”ırkçılılıkla” suçlandığı bir inşaat davasıyla başlayan ilişki yıllara yayıldı. 1970’lerin sonundaki büyük inşaat projelerinin gerçekleşmesindeki mafya bağlantılarından, arka planda yürüyen kredi müzakerelerine kadar her alanda Cohn’un katkıları büyük oldu. New York’taki beton işinin tamamen mafyanın elinde olduğu bir dönemde,”işleri yoluna koyan” Cohn, Manhattan’daki sendikaları kontrol eden Salerno ve Castellano gibi mafya ailelerini ayarlamakla da görevliydi.
Roy Cohn ve Donald Trump’ın”tencere-kapak” misali ilişkileri, sonraki yıllarda da hep aynı minvalde devam etti. Öyle ki, bugün birçok kişi Trump tarzı denilen politikanın mimarının Roy Cohn olduğu, Trump’ın onun taktiklerini izlediği konusunda hemfikir.
Ancak, Cohn ve Trump’ın”dostluğu” pek iyi bitmedi. Cohn’un AIDS’e yakalanması, politik olarak”bu işe bulaşmak istemeyen” Trump’ın viraj almasına neden oldu. 1986’da Cohn’un cenazesinde, Trump en arka sıralardaydı.
Bir trajedi ve son
Asıl trajik olan da bu meseleydi zaten. Bütün ömrünü yalan dolan ve sahtekârlık üzerine kuran Cohn, özel hayatında da çok çapraşık davrandı. Kendisi bir eşcinsel olan Cohn, 1953’te Başkan Eisenhower’ın eşcinsellerin kamuda görev almalarını yasaklayan kararı almasını sağlayan kişiydi. Sadece o kadar da değil. McCarthy sorgulamaları sırasında da tutumu berbattı. McCarthy ile birlikte “komünist komplo”yu destekleyen bir “eşcinsel yeraltı örgütü” kurgusunu yapan, sorgular sırasında eşcinsel karşıtı kampanya yürüten de oydu. Eşcinsel olması şüphesiz kimseyi ilgilendiren bir durum değildi ama o, eşcinsellere zulmü örgütleyen biriydi ve bunu yaparken de tek ilkesi güçlü olan tarafta olmaktı.
Dolandırıcılık suçundan New York Eyalet Barosu’ndan atıldıktan sonra artık hayatının son günlerini yaşarken de o zamanlar “eşcinsel hastalığı” olarak kabul edilen AIDS hastasıyken, ısrarla karaciğer kanseri olduğunu savundu. Neredeyse öldükten sonra bile mezarından kalkıp ölüm belgesindeki AIDS teşhisine itiraz edecek kadar inatçı davrandı.
Irkçılık, hırsızlık, yolsuzluk, sahtekârlık ve karanlık bir hayat… Böyle bitti işte. Çöplükte…