Türkiye’de yaptıkları görüşmelerde elde edilen bulgular ile daha kapsamlı bir raporlama çalışması yaptıklarını belirten Uluslararası Kadın Delegasyonu’nda yer alan Eva Schonveld, ‘PKK meselesini Quint’e taşıyacağız ve sayın Öcalan’ın cezaevinden çıkarılması için dilekçe sunacağız’ dedi
Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden aralarında hukukçu, parlamenter, siyasetçi, ekolojist ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin de bulunduğu 7 kişilik Uluslararası Kadın Delegasyonu heyeti, İmralı Adası’nda ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve cezaevindeki hak ihlallerine dair 9-14 Aralık tarihleri arasında İstanbul ve Amed’de çeşitli temaslar gerçekleştirdi.
Yapılan temasların ardından bir gözlem raporu açıklanarak bu raporda Rojava’ya dönük saldırıların durdurulması, tecridin kaldırılması ve PKK’nin terör listesinden çıkarılması gibi başlıca talepler yer alıyordu.
Heyet adına raporu okuyanlardan olan iklim aktivisti Eva Schonveld, temaslarını ve bundan sonraki eylem planlarına ilişkin JINNEWS’in sorularını yanıtladı.
- Aralık ayında İstanbul ve Amed’e bir ziyaret gerçekleştirmiştiniz. Bu ziyarete ilişkin gözlemlerinizi bir basın açıklamasıyla paylaştınız. Gördüklerinize, tespitlerinize ilişkin ne söylemek istersiniz?
Yaptığımız ziyaretlerde çok şey duyduk. Özellikle belirli mesleklerde çalışan ve faaliyet yürüten insanların nasıl korkutulduklarına ve günlük yaşamlarını sürdürmekte oldukça zorlandıklarına dair pek çok hikâye duyduk. İnsanlar uzun süre gözaltında tutuluyor, suçlanıyor ve hapsediliyordu. Türkiye’de insan haklarına dair yasaların gerçekten bir anlamı kalmamış ve cezaevlerindeki koşullar gerçekten berbat. İktidarın aleyhinde konuşan ya da iktidara karşı gelen herkes için bir çeşit korku ve gözdağı verme döngüsü olduğunu hissettim. Bunu gördük. Orada olmak ve bu koşullarda yaşamak gerçekten korkutucu geldi. Eğer ziyaretleri bir turist olarak gerçekleştirmiş olsaydım bunların çoğunun farkına varmaz, bilmezdim. Orada (Amed’de) çok sayıda polis vardı. Etraf polislerle kaynıyordu. Bu hikâyeleri, sorunları özellikle avukat ve siyasetçilerden, halktan duymak şok ediciydi. İstanbul ile Amed arasında ilginç bir zıtlık vardı. İstanbul’da gittiğimiz yerler pek çok açıdan oldukça havalı bir Avrupa şehrine benziyordu. Amed’de ise daha çok şey hissettim, bilirsiniz hareketli ve turistlik bir şehir merkezi vardı ama insanlar sağa sola bakmadan başları önde işlerine gidiyorlardı. Eğer oradaki insanlardan tüm bu hikâyeleri duymamış olsaydım nasıl hissederdim bilmiyorum. Ama Amed’deydik; uzun süre cezaevinde kalan, işkence gören, savaş gören ve şehitleri olan annelerden oluşan birkaç grup insanla görüştük. Hayatlarını yaşamak ve kültürlerini yaşatmak isteyen insanların hikâyelerini tekrar tekrar duymak gerçekten buruk hissettirdi. Orada bunu buldum. Fark ettim. İnsanların kültürlerini, yaşamlarını sürdürmesine engel olmanın Türk hükümeti için neden bu kadar önemli olduğu düşüncesini çokça sorguladım. Neler yaşandığını, birlikte yaşadığımız halkları daha iyi anlamak için döndükten sonra faşizmin psikolojisi üzerine çok şey okumaya başladım.
- PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan bin günden fazladır haber alınamıyor. Bu tecride ilişkin ne düşünüyorsunuz? Zira açıklamada fiziki özgürlüğü desteklediğinizi belirtmiştiniz.
Bu durum tam bir skandal. Diğer hükümetlerin bu durum karşısında onay verici bir sessizliğe büründüğü görünüyor. Bana göre bunun pek çok nedeni var. Temel neden bana göre, tahmin edersiniz ki parlak zekâlı, şefkatli bir insan ve özgürlük aşkı ile bağ kuran biri bu dünyaya oldukça fazla şey sunuyor. İnsanların tüm farklılıkları ve çeşitliliğiyle bir arada yaşamasını sağlayacak bir yaşam sunuyor ve birbirimize saygı duymamızı sağlayacak. Baktığınızda o bu konuda çok güçlü bir iletişimci, bağ kurucu. Türk hükümetinin onun sesini duyurmamak için elinden gelen her şeyi yapacağını görebiliyorum ve olan da budur. Fakat aynı zamanda Sayın Öcalan’ın tecrit edilmesi ve tecrit etme taktiğinin onunla başladığını ancak hapishanede olan birçok insana yayıldığını konuştuğumuz insanlar açıkça ifade etti. Bir bakıma toplumdaki herkese bir arada olmamaları, örgütlenmemeleri ve mücadeleyi paylaşmamaları için bu sistem dayatılmaya çalışılıyor. Kısaca her şey bizi birbirimizden ayırmak için. Bu tecrit uluslararası insan hakları ve uluslararası mahkemelerde işkence olarak değerlendiriliyor. Gerçek şu ki, bizimle birlikte görüşmelere katılan avukatlardan birisi bu durumun ancak çok uç durumlarda ve yalnızca en fazla 24 saat boyunca yapılabileceğine dair bilgi verdi. İzolasyon, cezaevlerinde çok nadiren başvurulabilecek bir yöntem olarak kabul edilir. Fakat bunun, insanlara aylarca, yıllarca ve on yıllardır yapılıyor olması yürek parçalayıcı. Beni bir insan olarak çok kızdırıyor.
- Şuan siyasi tutsaklar açlık grevi eylemleri başlatmış durumda talepleri karşılanmıyor, tecrit sonlandırılmıyor. Bu eylemlerle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Evet, cezaevlerindeki açlık grevlerinde hiçbir taleplerin karşılanmamasına gerçekten üzülüyoruz. Cezaevinde olan insanların aslında büyük ölçüde toplumun içinde olan insanlardan çok daha az bir güce sahip olduğunu düşünüyorum. Böyle bir eylemin dışında onlara çok ama çok az şey kaldı, yani yapacakları sınırlı kalıyor. İlk etapta bu eylemi yapmak zorunda bırakılmaları ve karşılığında hiçbir talebin karşılanmadığını ve giderek durumun daha kötüye sürüklendiğini duymak şok ediyor. Bu gündem cezaevinde olan siyasi tutsaklar dışındaki kişiler tarafından da ele alınmalıdır. Oradaki insanların kendilerine bırakıldığını düşündükleri tek şeyin bu olduğu bir duruma sürüklenmeleri korkunç ve bunun gerçek yansıması şu; ancak bu tür akıl almaz derecede baskıcı faşist iktidarların bunu insanlara dayatabildiği gerçekliğidir.
- Türkiye’nin tutumunun yanı sıra bu konunun özellikle uluslararası boyutu söz konusu ve Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) yaptığı ziyaretlere ilişkin kamuoyuna bir açıklama dahi yapmıyor. Bu sessizlik neden sürdürülüyor?
Ziyaretin ilk günlerinde bununla ilgili notları yeniden ele aldık ve inanılmaz derecede öfkeliydik. İşkenceye ve bu tür muamelelere karşı çıkmak, bunları duyurup durdurmaya çalışmak için ayarlanmış ve inşa edilmiş bir kurumun neredeyse tamamen güçsüz olması ve kendi üye hükümetleri tarafından itilip kakılmaya izin vermeleri inanılmaz. Eğer sonuç bu olacaksa neden varlar? Eğer gerçekten tarafsız olmayacak ve işlerini yapmayacaklarsa neden bunu umursuyormuş gibi davranıyor ya da bu konuda harekete geçmek istiyor imajı çiziyorlar. Biliyorsunuz, aynı zamanda Avrupa Parlamentosu üyesi olan biri de vardı ziyaretlerde ve orada gerçekten bu işkenceyi önemseyen bir sürü insan da var ama tüm bu kurumlar kapitalizmin hizmetinde olan yerler. Bu faşist hükümetler anti-kapitalist değiller, dolayısıyla sisteme yönelik bir tehdit de arz etmiyorlar. Sistem içinde olmaları onlara göre iyi bir şey. İnsanların, eleştirisi kısmen olabiliyor ancak bu kapitalist sistem içinde tekneyi sarsmazlar, buna zarar verecek bir hamlede bulunmazlar.
Sermayeye hizmet etmek için değil, topluma hizmet etmek için yoldaşlık bağıyla, özen ve dayanışmayla farklı yaşamaya yönelik hareket ve girişimler mevcut sisteme yönelik büyük bir tehdittir. Liberal demokrasiler ve faşizmin asılında bir nevi birbirlerinin mantıksal uzantıları oldukları açıktır. Bunların her ikisi de kapitalizmi yönetmenin sadece iki farklı yolu ve her zaman komünistlere, anarşistlere, sosyalistlere ya da sermaye dışında olmanın başka yolu olduğunu gören insanlara karşı birbirleriyle ittifak kuracaklardır. Kelimenin tam anlamıyla, tanıştığım Kürt halkından olan insanlar, buna karşı çıkmaya istekliler. Bunun için hapse girmeyi göze aldıkları, işkence görmeye ve hatta bunun için ölmeye dahi hazır oldukları için inanılmaz bir saygı ve minnettarlık duyuyoruz. İnanılmaz derecede cesurlar, onların içinde olduğu durum bu. Ne yapıp yapmayacaklarına dair karar verecek olan insanlar onlardır, benim ülkem buna karar veremez ya da başkaları. Gidilen yön hakkında her zaman bir karar verilmesi gerekir. Pek çok insan buna gözlerini kapatıyor ve tüm bunlar hiç yaşanmıyor gibi davranmaya çalışıyorlar.
- Yayınladığınız gözlemlerde PKK’nin ‘terör’ listesinden çıkarılması çağırısı yapmıştınız. Bunu biraz değerlendirir misiniz?
Tarih ve siyaset konusunda çok bir deneyimim yok aslında. Burada İskoçya’da bir iklim aktivistiyim. Ancak iklim eylemleri ve toplumsal eylemlerin aslında aynı sorunun farklı yönleriyle nasıl mücadele ettiğini görebiliyorum. Bu benim için oldukça yeni bir alan. Henüz üzerinde yoğunlaşmamız gereken birçok nokta var ama duyduklarımız neticesinde bunu rapora koymanın önemli olduğunu şu açıdan düşünüyorum: “Terörist” olarak damgalanmak şunu ifade eder uluslararası alanda da insanlar Türkiye’de olup bitenleri takdir etmemiş olur. Demek istediğim Kürt hareketini eğer kendi devletleri ve ulusal kimlikleri için savaşan insanlar olarak değil, geniş anlamda “terörist” bir hareket olarak damgalarsanız temelde şunu demiş olursunuz, “bir amaçları yok, hiçbir iddiaları yok sadece amaçları kötülük yapmak.” Fakat bu değil, bir amaç ve iddia var. Bu hareketi terör listesinden çıkardığınız vakit insanların bu eylemleri neden yaptığını anlamış oluyorsunuz. Bu herhangi bir mutlak taraf tutmak olarak algılanmamalıdır ancak bu insanlara “terörist” diyerek onları insanlıktan çıkarıyor ve uğruna savaştıkları, mücadele ettikleri her şeyi uluslararası toplumun gözünde de gayri meşru bir hale getiriyorsunuz. Aynı zamanda tıpkı Birleşik Krallık‘ta olduğu gibi pek çok yerli siyasetçinin Kürdistan’ı desteklemek amacıyla attığı adımlar konusunda dikkatli ve temkinli yaklaşması anlamına geliyor. Çünkü en baştan listeye alarak Kürdistan’a bu etiketi yapıştırıyorsunuz. Kürdistan bu etiketi taşıyor. PKK’nin üzerinde bu etiket var. Bilirsiniz, Belçika’da bir yargı süreci vardı ve bu süreç yıllar aldı. Belçika’daki hükümetin bu süreci daha ciddiye almasının önemli olduğunu düşünüyorum. Kürdistan’daki özgürlük hareketinin, dâhil olan insanların seslerini daha ciddiye alın.
- Bundan sonra bu konuda neler yapacaksınız. Önünüzde bir program ve eylem planı var mıdır?
Bireysel olarak bu konuda çok daha fazla şey yapmayı planlıyorum, grup olarak da döndüğümüzden beri bunu yapma çalışıyoruz. Notlar alıyoruz, raporlamaları hazırlamak için ve katıldığımız görüşmelerin notlarını toparlıyoruz. Türkiye’de yaptığımız kısa basın açıklamasındaki gözlemlerden ziyade görüşmelerden elde edilen bulgular ile daha kapsamlı bir raporlama çalışması yapıyoruz. Bittikten sonra bunları bağlantılarımız olan dergi, dijital dergiler ve farklı kanallardan yayınlayıp yaymayı düşünüyoruz. Ayrıca ben ve bir arkadaşım daha İskoçya’da parlamentodaki Kürdistan’la ilgilenen grubumuzu bu konuda ziyaret edeceğiz. Ancak destekleri konusunda oldukça temkinli yaklaşacağız. Ve PKK’nin meselesini Quint’e taşıyacağız (Quint, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa’nın Büyük Dörtlüsü’nden -Fransa, Almanya, İtalya ve Birleşik Krallık- oluşan resmi olmayan bir karar alma grubudur) ve şunu söyleyeceğiz: Gerçekten daha proaktif olmanız gerekiyor ve PKK’nin terör listesindeki yeriyle mücadele etmeniz ve devam eden sürece bakmanız gerekiyor. Belçika’da bu değişikliği elde edip edemeyeceğimizi göreceğiz, en azından burada, İskoçya’da bunu deneyeceğiz. Şunu eklemek istiyorum, İskoçya’daki parlamenterlerle ne hakkında konuşacağımızı soruyorsanız, biz onlardan kesinlikle Türk hükümetine, özellikle Sayın Öcalan başta olmak üzere, cezaevlerindeki tecrit politikasına son vermesi için baskı yapmalarını isteyeceğiz ve bunun gerçekleşmesi için tercih edilen yol olarak da Sayın Öcalan’ın cezaevinden çıkarılması için dilekçe sunacağız.
- Son olarak ne söylemek istersiniz?
Son olarak evet, benim için olağanüstü bir deneyimdi. Daha önce hiç insan hakları delegasyonunda bulunmamıştım ve sanırım pek çok konuda başka insanların hak sorununu yakinen gördüm. Bu benim için oldukça üzücüydü. İklim konusunda çalışma deneyimimden hep şunu görürüm, pek çok insan iklim değişikliğini başka birinin sorunu olarak düşünür. İnsan haklarını da öyle. Bunun nasıl bir his olduğunu tam olarak biliyorum. Birdenbire bunun insanlar için ne anlama geldiğini, insan haklarına saygı duyulmasının neden önemli olduğu benim için büyük bir uyanış çağrısı oldu ve insanların yaşamları için ne ifade ettiğini duyduk. Bu düşüncelerimi eskisinden daha fazla politize etti. Zaten oldukça politiklerdi ama gerçekten anlama noktasında ve aynı zamanda faşizmin neye benzediği konusunda bana oldukça keskin bir şekilde farkındalık kazandırdı. Ve dediğim gibi İstanbul’a baktığınızda dışarıdan hiç bir şeye benzemez, ne olup bittiğini görmezsiniz. Ama tam olarak yaşanan faşizm; insanların yaşamları üzerinde çok büyük etkileri var. İnsanlar sanki bunun onların başına ya da başkalarının başına gelmesine izin veriyor gibi. Böyle bir şeyin yaşanıyor olmasına izin vermek hepimiz için çok korkunç. Bunun farkına varmalı ve bu farkındalığın kesinlikle geri dönüşü olmamalı. Eğer insanlar hakkında bilgi edinip onlarla bir çeşit bağ kurmazsak, buna cevap olmazsak bu bizi berbat yerlere götürecektir.