Savaşın götürdüğü çok şey var, savaşın bıraktığı çokça şey de var. Bunları yazmak, göstermek, çizmek her daim meşakkatli olmuştur. Travmalar bu yüzden karanlıktır, gecedir ve gece kendini gösterendir. Belki de bu yüzden olacak, insan gündüz yaşadıklarından geceye sığınır, yani kaybolmaya.
Yönetmen Ali Kemal Çınar’ın son filmi ‘Beriya Şevê -Geceden Önce’ bu günlerde film izleme platformu Mubi’de gösterimde. Yönetmenin önceden çektiği kara mizah filmlerinden farklı bir film ortaya konulmuş. Çınar’ın daha öne izlediğim filmlerini düşünüyorum: Gênco, Arada, Gizli, Kısa Film. Tüm bu filmlerde yönetmen kendine özgü hikâyelerle, aynı yaklaşımla, toplumsal ve bireysel sorunları filmlerine konu etti. Açıkçası tüm filmlerini izleyen biri olarak, kendisinin sinemaya bakışını ve tavrını merakla takip ettim, ediyorum.
Oyuncular ve roller
Kürt halkının çıkmazlarını, varoluşsal sorunlarının farklı formatlarını, gündelik hayata sirayetini ezilen bir halk olarak görüp bu perspektiften sinemasını inşa etmesi, Ali Kemal Çınar’ı başka bir yere konumlandırıyor. Çünkü bakış, baktığını aktarmak, bir sürü tuzağa düşmeden icra etmek, ayrı bir handikabı beraberinde getiriyor. Kürtçede ısrar eden Çınar, ‘Beriya Şevê-Geceden Önce’ filminde öncekilerde olduğu gibi tanıdık, daha önce çalıştığı oyuncuları yine kamerasının karşısına almış. Pek tabii her filminde gördüğümüz annesini (Rabia Çınar) bu filmde de görüyoruz. Daha önce yine anne-babasını, kardeşini filmlerinde oyuncu etmiş Çınar, bu filmde de yıllardır çalıştığı oyunculara rol vermiş. Önceki filmlerinde rol alan oyuncu Gülbin Bozan’ı bu filmde de görüyoruz. Yine aynı şekilde sadece Kürt sineması değil, Kürtçe sinema yapması yönetmeni başka bir yerde konumlandırıyor.
Kürtçe meselesi konusunda Çınar’ın tavrını beğeniyorum. Bilindiği gibi Kürt dili yüzyıldan fazla bir zamandır yoğun asimilasyon saldırıları ile karşı karşıya. Bu süreçte de haliyle kaybolan kelimeler çokça yaşanıyor. Nitekim ailesinden öğrendiği sözlü Kürtçe eğitimle ancak konuşabilen Kürtler yoğunlukta. İllaki cümle içinde Türkçe, Farsça, Arapça, İngilizce kelimeler ortaya çıkıyor. Yine dil etkileşime açık olduğu için bu sayılan dillere de temas etmiş, etkilemiştir. İşte burada Kürt dilbilimcilerin tavrı önemli. Misal Kürtçe konuşurken arada farklı dillerden kelimeler ifade edilirse bu alay konusu oluyor, küçümseniyor. Bu da Kürtçe konuşmak isteyenlere ket vuruyor. Bir gün bir yerde Kürtçe ile ilgilenen biri ile bu konuyu konuştuğumuzda, bu tavrın yanlış olduğunu, çok az Kürtçe kelime bilinse de Kürtçe konuşmaya teşvik için böylesi tavrın yanlış olduğunu belirtmişti.
Çınar ise, deyim yerindeyse ‘akademik Kürtçe’ yerine gündelik hayatın asimilasyona uğramış ama ısrarla kullanılan ‘halk-yöre Kürtçesini’ filmlerinde kullanıyor. Nasıl ki gündelik hayatın içinden hikayeleri Ali Kemal Çınar sinemasına aktarıyorsa, bugün Diyarbakır-Mardin ya da Ağrı-Kars Kürtçesi filmlerinde adeta bir oyuncu rolüyle izleyiciye aktarılıyor. Bu da aslında asimilasyon politikalarının Kürtçeye verdiği zararı göstermesi açısından önemli ve bir uyarı niteliğinde.
Savaşın izdüşümleri
Filme dönecek olursak, baskı altında olunca bir şeyler hep gizli saklı yaşanıyor. Ekonomik özgürlük, cinsel özgürlük, bireysel özgürlük, derdi her neyse hep gizlenir. Dolayısıyla gelecek de her zaman bir gizem olarak kalır. Gülbin karakterinin geleceğe dair kayıtsızlığı, babanın geçmişe dair fotoğrafları gün yüzüne çıkarma isteği, annenin sitemkârlığı hep bir kaygıyı beraberinde taşıyor. Savaş bir şeyleri değiştiriyor ve değiştirmeye devam edecek çünkü. Bu bilgi işte herkesin travmasını tetikler, arayışlarını da birbirine beğendirmeye çalışır.
Çınar’ın yazar Erhan Sunar’ın aynı adlı (Geceden Önce) romanından uyarladığı film, çok yakın zamanda yanı başımızda yaşanan ve acıları hâlâ taze olan bir dönemi belgelediği için ayrıca kıymetli.
Hatırlıyorum, o dönem çokça eleştiriler ve analizler yapılıyordu. Şehrin içinde kanlı canlı bir savaş yaşanıyorken, şehrin diğer kesimi nasıl oluyor da gündelik hayatlarına devam ediyor, diye. Bu filmden de gördüğümüz üzere, savaş evet kanlı canlı yaşanıyor ama aynı şehirde yaşayan insanları da paramparça bir ruh haliyle yaşatıyor, hatta geleceksiz bırakıyor.
‘Kimliği’ unutmak
Film yakın zamanda özyönetim savaşları esnasında ve sonrasında yıkılan Diyarbakır’ın Sur ilçesinde geçiyor. Pek tabii bazı farklı mekanlar da kullanılıyor. Üç bölümle ilerleyen filmde aile bireylerinin yaşamlarından kesitleri izliyoruz. Filmin başından sonuna dek savaşın fiilen devam ettiğini izleyiciye hissettiren silah ve bomba sesleri de bir arka plan olarak filmde bir oyuncu gibi yer alıyor. Aslında bu bir savaş filmi. Savaşın ailelerden bireylere, geçmişten geleceğe neleri etkilediğini oldukça sert bir şekilde gösteriyor.
Filmden de anladığımız gibi belirsizlik büyük bir saldırıdır aslında; Hem tek tek bireylere karşı hem de bir bütün olarak bir halka karşı.
Ressam Gülbin durmadan aynı resmi çizerken, babası gelecekten umudu kesmiş, başlayan unutkanlığına karşı geçmişe sığınıyor ve tabii her dışarı çıktığında ‘kimliğini’ evde unutuyor. Anne bir taraftan gündelik hayatına devam ederken kendisi de bir şekilde aileden kopuk bir yaşama sığınıyor. Telaş, kaygı ve çaresizlik bazen böylesi günlerde sığınak oluyor, bunu da filmde görebiliyoruz.
Yönetmen Çınar, kara mizah konusunda başarılı ve özgün filmler üretti. Bu filmde ise yeni bir mecraya girdi. Önceki bakışını da sevdik, bu bakışını da. Yolu açık, izleyeni bol olsun. Sıcağı sıcağına süren savaşın bir aile üzerindeki etkilerini ince dokunuşlarla hissettiren bu filmi ısrarla öneririm.