Ragıp Zarakolu
Stockholm. 19 Nisan Norveçli yazar Eugen Schoulgin’in doğum günü, bu yıl 80’e girdi.
Bir defasında tesadüfen birlikte kutlamıştık doğum gününü. 65. yaşını. Gazeteci Erol Özkoray evinde bizi yemeğe davet etmişti. Yeni çıkan kitabını kutlamak için (1) Akın Birdal, Vedat Türkali de, Akın Er, Attila Tuygan da vardı. Eşi Nurten Özkoray harika bir sofra hazırlamıştı, hem kitaba, hem Eugen’in doğum gününe yaraşır. Ama geldiğimizde davet eden ev sahibi yoktu. Erol sabah gözaltına alınmıştı, klasik “ifadesi alınmak üzere”. Paşaları kızdırmıştı, “Idea” dergisindeki yazıları ile. Ancak ifadeden sonra serbest bırakıldığı için partinin sonuna yetişecekti. Zaten soruşturmalar genelkurmayın istemi üzerine Adalet Bakanlığı’nın talebiyle açılmıştı. Eugen Schoulgin, gerçek bir dünya yurttaşı. Hangi birini sayayım? Mesela o bir Kabillidir, büyük fırtına kopmadan önce ama, Kabil Kabil iken gerçekten. Üçüncü kutlamayı da Erol’un bırakılması üzerine yaptık.
Otelin banyosunu göçertendir. Antik zamanlardan kalma Kabil Sinagogu hala açık iken. İskender’den miras, Gavuristan hala mevcut iken.
Afganistan PEN’in harcını büyük yıkımdan sonra karması şaşırtıcı değil Eugen’in.
Picasso’nun, Matisse’in bacakları arasında dolanan bir yumurcaktır Güney’de. Babası desen ayrı bir efsane. Petersburg’dan Oslo’ya savrulan.
O, Romalıdır, genç yaşta cafelerinde çalışan, bıçak yemesine ramak kalan.
Elbette, o bir Osloludur doğuştan, babasının anti-Nazi direniş öyküleri ile büyüyen.
Ve hep Oslolu kalmıştır.
Ama ikinci adresi, Kuzey’de dağ arası, Rorus’tur, yazmaya çekildiği, huzur bulduğu.
Şehirleri arasında Stockholm’ü saymasak olmaz. Orada da bırakmıştır izlerini.
Ve elbette Londra, Uluslararası PEN’in kadim merkezi.
Sahi Barcelona ve Cenevre’de buluşmuştuk değil mi? Eksik kentleri sen ekle.
Amerikan PEN’inin New York’da, Broadway 588’deki merkezi mesela. 1995 yılında Oslo’da Ahmet Altan ile birlikte, hapisteki İsmail Beşikçi’nin kulağını çınlatmıştık.
Kutup yakınlarında Tromso’da PEN’in 70. Kongresi toplanmıştı, gelememiştim. Havaalanında dur demişlerdi!
Ve Eugen’in İstanbulluluğunu saymasak ayıp etmiş oluruz.
Üsküdarlı olurlar kendileri. Terasında akşam yemeğine oturmak, Boğaz’a karşı kadeh kaldırmak ayrı bir keyiftir.
Kendimizi en yalnız hissettiğimiz zamanlarda yanımızda olmuştur hep.
Kuzeni, William Nygard’ı unutmayalım, Salman’ın kitabını bastığı için saldırıya uğrayan. 1998 yılında, Ayşe Nur’un Frankfurt’taki, pasaport sorunundan dolayı katılamadığı Dünya Yayıncılar Birliği Ödülü töreninde konuşma yapmıştı William.
Eugen ve William ile birlikte Kadıköy Vapur İskelesi’nin cafesinde buluşmak ne keyifli olmuştu uzun yıllar sonra.
Mesela Ermeni mevzuu hala bir tabu iken, Kürt tabusu kırıldığı halde. Aydınlardan önce o koşmuştur yanımıza 1995 yılında Yves Ternon/Ayşe Nur Zarakolu davasında.
O sıralarda Paris’te de Yves Ternon/Le Monde/Bernard Lewis davası devam ederken.
Avrupa kentlerinde dünya yazarlarına ev açma projesinin ilk tartışmaları da Paris’te başlamıştır.
Hiç aklıma gelir miydi, 20 küsür yıl sonra o tartışmalar üzerinde yükselen ICORN projesinin misafirlerinden biri olacağım, Sigtuna kentinde?
Ve sonra seninle birlikte Kunstradgarden’ de, Aslı Erdoğan’ın annesi ile buluşacağımız?
Daha sonra hangi davalarımızı saysak ki, yanımızda olmadığı? Belge yazarlarının, çevirmenlerinin hangi davasını saysak ki?.
İsmail Beşikçi’den Lissy Schmidt’e, Zülküf Kışanak’tan N. Mehmet Güler’e, Dora Sakayan’dan George Jerjian’a, Gazi Çağlar’dan Gülçiçek Günel
Tekin’e, Haluk Gerger’den Ahmet Akif Mücek’e, Pınar Selek’ten Cihan Deniz’e, Füsun Erdoğan’dan Attila Tuygan’a, Haşim Kutlu’dan Erol
Özkoray’a, Emin Karaca’dan Mehdi Zana’ya …
Hrant Dink’e yönelik linç başladığında, hep birlikte onu Agos’ta ziyaret etmekten, davasını takip etmeye az koşturmamıştık. Nafile bir çaba olmuştu bu ama, onun yaşamını kurtaramamıştık. Ne büyük yıkım olmuştu bizler için onu yitirmek.
Hrant Dink’i Norveç Yazarlar Birliği ödülüne aday gösteren ve eşi Rakel Dink ile birlikte Oslo’da ağılayandır Eugen 2007 ocağında.
O alacakaranlık içinde ikisi huzurlu, mutlu anları yaşayabilmişlerdir, büyük felaketten kısa süre önce.
2012 yılında, Silivri mahkemelerinde de yanımızdadır. Kapı önünde arabası talan edilmiş, buna rağmen basın toplantısını iptal etmemiştir. Elbette fail meçhuldür.
Sevgili Eugen, bütün bu koşturmacalar arasında, bunca acı olay arasında, sanattan ve klasik müzikten söz etmek, biraz da olsa, nefes almak, sağaltılmak gibi bir şeydi.
AK Parti’nin cicim aylarında, Şanar Yurdatapan’ın meşhur İstanbul Buluşmaları sırasında, Kızkulesi’nde oturup, “Alla Alllah neler oluyor?” diye sorup, şakalaştığımızı hatırlıyorum. Ne güzel tiye aldın o günleri, “Bir Başka Dünya” adlı romanında. (“Av en annen verden”). (2)
Korona günlerinde babanı, o harika Menşeviği yazmaya giriştin.
Ve onun ressamlığını.
Dört gözle bekliyoruz okumayı babanın öyküsünü.
Ben de senden ilham aldım ve Babamın Kemanı’nı yazmaya başladım.
Eugen Schoulgin iyi ki varsın, iyi ki hep bizlerle oldun.
(1) Erol Özkoray, Totaliter Türkiye Çiftliği, Belge Yayınları 2006
(2) Eugen Schoulgin, Bir Başka Dünya, Norveççeden tercüme eden: Deniz Canefe, Can Yayınları 2017. E. Schoulgin’in Türkçede çıkan diğer kitapları: Federico Federico, çeviren: D. Canefe, İthaki Yayınları 2005; Anılarımda Miranda, çeviren: D. Canefe, İthaki Yayınları 2005; Şeftalili Kız, çeviren: D. Canefe İthaki Yayınları 2007; Gerçek Anlar, çeviren: D. Canefe İthaki Yayınları 2006