Kırıldık kırılacağımız kadar, diye bir nefes veriyoruz. Alacağımız nefesin tedbirini kucaklıyor, tartıyoruz. Yepyeni bir yenilgiye muhtaç değiliz, yeniden birçok şeyin kapısını kırmaya cesaretimiz var. Halden geçen, halden bilen insanlarız. Elimize geçecek anahtarları savuracak kadar zalimiz. Böyle başlıyor yaşamak, yaşarken öğrenmek.
Öyküsü, romanı, efsanesi, şiiri, tablosu hatta marşı olan kim varsa, yazdı olanları, tekmil buyurdu yazacaklara. Yalanlara, yalanların örtüsünün altındaki gerçeklere kör büyüdük. Bundandır eskimek, eski kalmaya meyilli olmak. İnsan, öğrendiklerinin acemisi diye başlar, öğrenemediklerinin acısını hisseder. Zaten bilinenlerin tehdidi, öğreneceklerin ulağıdır, yaşadıklarının da.
Yolu görür, yoldan kaçmayı keseye atarak yola koyuluruz. Bir ip cambazı gibi, hayata alacaklı bakan bir tüccar gibi, yaşamanın altında bir mezar olmanın ihtimalini beraberinde taşıyarak bakıyoruz insana ve eşyaya, bir de doğaya. Çelimsiz bir çelişkinin aurası kendini gösterir de dünya diye bir gösteriye dalar gideriz.
Hercai bir menekşe, hizasından kaçan bir papatya, karanlığa koku veren akşamsefası. Olmadı, birkaç ağacın bir araya gelmesiyle kaybolan dallar, görünen bir orman. Kaybedilecek tek bir yaprak yok ama mevsimlerin döngüsü bu, acımasızdır. Hayalleri de beklentileri de döker ve kaybeder.
Ölüm ve ayrılık birbiri ile yarışırken ve birbirine benzeyince kaygı kimin mezarı olur? Çözülmeyen bir soru, her an yakalanan bir soru. Cevabı dipsiz bir kuyuda, atla da düş. Sonra bir daha, bir daha. Fizik ya da matematik birer aciz gibi sayıklasın.
Ağzı açık bir kuyu bağırıyor gökyüzüne, yeryüzünü nerede unuttun? Başlar yeraltından haklı bir tehdit, gaddar bir gözdağı. Şimşekler, yıldırımlar, kar boran ya da yağmuru sürükleyen rüzgâr gelir ve konar kuyunun mabedine, hatta mahremine. Bu savaş, bu kıyamet kimi esirgedi ki diye upuzun bir nida yankılanır. O yankı ki dağlara kadar gider ve bu bir dünya düzeni diye yaşamda kendine yer ve şekil bulur.
Hayatın mecazı kayıp, haykıran bir itiraz höykürmeli sanki. Taştan kayaya, topraktan arazilere, her yeri var eden bir kibir kızacak ama herkes bunu ritim sanıp dans edecek. Herkes neyi işittiyse, aynı notadan başlayacak müzik. Çünkü dilden dile fark var, bağırmak bazen samimiyet, çok defa anlaşmaya yakın davranmaktır. Yoksa sessizlerin bu çoğunluğu, bu sebat kimin doğaçlaması ki, itaat herkesin özlemi oldu bile.
Yüksek dozda hissiyat, can acıtacak kadar empati, sıyrılamayacak kadar kendini teslim etmek. Kimseye yaramayan, herkesin günün sonunda cesedinin düşeceği bir yol. Zaten yol düşürmek içindir, düşten, düşüşten de düşürmek. Dip sınır her gün test ediliyor. Cinnet kendini anımsatmaktan yoruluyor. Bu devam eden kaybediş, bu gitmekten yorulmayan eylemler, bir dursa. Yani her şey herkesle beraber zahmet edip yaşamaya buyursa, böyle değil ama. Bu yamalı bohça söküldüğü yerde dökülse. Belki de çareler burada ve budur.
Kırıldığımız kadar kıramayız. Aldığımız nefesi her zaman veremeyiz. Nihayetinde yenilmenin de bir duvarı var ve artık aşılmaz bir yükseklikte olur. Bakar bakar cesaret buyur ederiz. Sonra bir basamak, sonra aşılan duvarlar, sonra tüm tahayyüllerin ötesinde kendimize kavuşuruz. Zor mu, son mu bilemeyiz. Bilmediklerimizin çaresini de buluruz, dünya dönsün yeter.
Haftanın kitap önerisi: Murathan Mungan, Kullanılmış Biletler / Metis Yayınları