AKP-MHP iktidarı için eski ‘ferah’ günler geride kalmaktadır. Dış politikadaki denge siyasetiyle içerde tam bir mezar sessizliği yaratmaya çalışan iktidar için, gelecek daha fazla zorlu ve zahmetlidir
Ali Sinemilli
AKP genel başkan yardımcısı daha birkaç gün önce ‘yönümüz doğuda’ diyordu ama partisi uygun adımlarla ‘Batı’ yönünde ilerlemeye devam ediyor. Özellikle Ukrayna’daki savaşla birlikte bu yönlü bir gidişin işaretleri çoğalıyor.
Erdoğan’ın başını çektiği Türkiye’deki iktidar Suriye savaşının başından bu yana ABD ile Rusya arasında gidip gelmeyi, bu iki gücü dengelemeyi marifet saydı. Attığı adımlarda her daim bu dengeyi gözetti ve önemli bir mesafe de aldı. Bunu yadsımak mümkün değil. Fakat bu gidişatın çıkar yol olmadığı konusunda da çok fazla yorum oldu, değerlendirmeler yapıldı.
Her ne kadar iktidar bu yorumlara kulağını kapatsa da, sahada yaşananlar duvara toslama işaretleriyle doluydu ki, gelinen noktada bunun artık bir fikir olmaktan çıkıp fiile dönüştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ukrayna’ya dönük Rusya işgalini ilk birkaç gün ‘sükûnetle’ izleyen iktidar gerek sahadan gelen bilgiler gerekse de üyesi olduğu Nato’nun telkinleri ile konuşmaya başlamış görünüyor. Son iki gündür iktidar sözcülerinin dilleri açıldı gibi. Dikkat edilirse, birkaç gün Boğazlar için ‘savaş hali var mı yok mu bakıyoruz’ dediler. Fakat anlaşılan o ki ‘savaşın olduğunu fark ettiler’ ve buna göre de tavır almaya başladılar. Çavuşoğlu ‘Boğazlarda savaş haline göre pozisyon alacağız’ dedi.
Şüphesiz, bu söylem yeni gelişmelerin habercisi. AK’nin Rusya’nın üyeliğinin askıya alınmasına kararına çekimser kalan, hava sahasını Rusya uçaklarına kapatmayan tek Nato ülkesi Türkiye, şimdi savaş halinden söz etmeye ve Rusya karşısında utangaç da olsa tutum almaya başlıyor.
Bu ‘Ukrayna sevdası’ birilerinin dediği gibi, ne sadece İHA-SİHA motorlarının elden çıkması korkusuyla ne de Türk milliyetçilerinin ‘Suriye’deki askerlerimizin intikamını aldık’ motivasyonuyla alakalı. Bunları çok aşan bir durum söz konusu. Belli ki devlet aklı Nato’nun yanında görüntü vermenin faydalı olacağına karar verdi. Her ne kadar Erdoğan ‘Ukrayna’dan da Rusya’dan da vazgeçmeyiz’ dese de mevcut konjonktür başka. AKP-MHP iktidarı eğer başarabilseydi, bir süre daha bu denge siyasetini yürütmek isterdi. Savaşın başındaki oldukça ürkek tutumda, zaten bunun göstergesiydi. Fakat gelişmeler çok hızlı olup taraf seçmek zorunlu bir hal alınca, iktidar doğal olarak Nato’dan yana tercihte bulundu. Daha doğrusu Nato’ya göbekten bağlı olan devlet ölümü görünce tabii bir refleks ile ona koştu.
Peki, Nato ile hareket etme-ki Türkiye zaten Nato üyesidir- ne getirir, nelere yol açar? Yaklaşık on yıllık denge politikası bundan nasıl etkilenir? Rusya’yı karşıya almak-ki Nato bunu şart koşuyor- bölgesel denkleme nasıl yansır, Türkiye’nin Rusya ile Ortaklaştığı hususlara nasıl etki eder?
Açık ki, Türkiye son on yılda geliştirdiği ilişkiler ile artık klasik bir Nato müttefiki değildir. Yani bütünen Nato ile hareket eden, tüm adımlarını buna göre atan bir üye değildir. Türkiye başta S-400’ler olmak üzere Rusya ile birçok konuda ortak adımlar attı ve eğer bir geri dönüş olursa, tüm bu ilişki alanlarında doğal olarak sorunlar ortaya çıkacaktır. Bugün görünen haliyle Boğazlarda yaşanan durum bu kapsamdaki ilk örnek oluyor. Her ne kadar tüm ülkelere çağrı yapıldığı söylense de, pratikte bu kararın Karadeniz’i adeta bir göl gibi kullanan Rusya’ya karşı olduğunu herkes anlamaktadır. Bir defa -klasik söylemle- Rusların güneye inmesini engellemekte ki, bu Ruslar için hayati bir sorun yaratmaktadır.
Hiç kuşku yok ki, Suriye bu minvalde gündeme gelecek diğer bir önemli konudur. Türkiye’nin Rusya ile anlaşma temelinde Suriye’nin azımsanmayacak bir toprağını işgal ettiği göz önündedir. Nato ile direkt çalışmanın Suriye’de oluşan bu dengeyi sarsacağı açıktır. Yine benzer şekilde bu politikanın Kafkasya’ya ve daha başka yerlere yansımaları olacaktır.
Bunun da ötesinde Erdoğan-Bahçeli yönetimini doğrudan etkileyecek konular gündeme gelebilir. Şüphesiz, bunların başında 15 Temmuz darbe girişimi gelmektedir. Hatırlanırsa, bu darbenin haberinin Rusya tarafından Türkiye’ye verildiği, hatta Putin’in bu konuda somut rol oynadığı gündeme gelmişti. Gerçeklik nedir bunu bilemeyiz fakat olası bir durumda bu meselenin de Erdoğan yönetiminin başını fazlasıyla ağrıtacağı aşikardır.
Sözün kısası; AKP-MHP iktidarı için eski ‘ferah’ günler geride kalmaktadır. Dış politikadaki denge siyasetiyle içerde tam bir mezar sessizliği yaratmaya çalışan iktidar için, gelecek daha fazla zorlu ve zahmetlidir. İktidar bu sıkışmışlıktan kurtulmak istese de hem geçmişte attığı adımlar hem müttefiklerinin kendisinden beklentileri ve hem de içerde her geçen gün öfkesi büyüyen halk buna izin vermeyecektir. Dün yapılanın hesabı bugün görülecektir. Ayağını yorganına göre uzatmamanın bedeli ödenecektir. Kuşkusuz, bugünden yarına böyle bir değişim olmayacak ya da iyi günler kendiliğinden gelmeyecektir. Fakat mevcut konjonktürü doğru okuyarak iktidarın yaşadığı bu krizi derinleştirmek ve teslim olmasını sağlamak mümkündür. Dün rüzgâr ekenin bugün fırtına biçmesini sağlamak elimizdedir.