solculuk bugün bir zamanlar olduğundan daha geniş bir siyasal çerçeveyi kastetmek için kullanılıyor ama ben bu yazıda, eski bağlamı tercih ediyorum. yani dünyayla bir derdi olan, bu derdi bir mücadeleye dönüştürmüş, bir davası olan, hayatını o dava etrafında ören solcu anlamında. bu profilin de başka eskimiş dava adamlarıyla -örneğin islamcılarla- benzerlik taşıdığı söyleniyor, haklı olarak. ama ben bizim buraları anlatmayı tercih ediyorum. insan yerine adam’ı yanlışlıkla kullanmadım çünkü nadiren kadınlar arasında görülse de, erkeklere has bir kişilik profilinden söz ediyorum. bu düşüncem de tahlillerden çok gözlemlerime dayanıyor ama gündelik hayatında, ilişkilerinde iktidar ihtiyacı duymak ve bunun için çeşitli özellikleri, ilişkileri, farklılıkları hiyerarşiye dönüştürmeye çalışmak başlı başına erkek özelliği; yine hatırlatayım kimi zaman kadınlarda da görülse de. (ezilenler de bazen hayatla baş edebilmek için ezenlerin özelliklerini benimseyebiliyor.)
diğer yandan eski solcu ile eski/güncel islamcıların ortak bir noktası var; hiçbirinin ahlaka ihtiyacı yok. islamcılar için dinsel ritüelleri yerine getirmek ahlakın yerini tutuyor, eski solcunun ise geçmiş siyasal pratiği bugünkü – siyasal olan, olmayan- pratiğini doğruluyor; daha sade bir biçimde ifade etmek gerekirse, ne yapsa hakkı. zamanında neler çekti o, biliyor musunuz. ya da ne yapsa doğru, o kadar yıldan sonra bir bildiği vardır herhalde, illa izah etmesi mi gerekiyor. sabrını taşırmayın ama…
çekene, çileye, bugün yaygın olarak kullanılan terimle ödenen bedellere saygısızlık etmek de, saygısızlık etmeyi önermek de aklımdan geçmez. ama ahlak, eğrinin doğruya denk geldiği, artıların eksileri götürdüğü bir denklem değil. dün fazladan yaptığımız bugünkü eksiklerimizi tamamlamıyor. hatta tam tersi doğru; bugünkü pratiğimizle -ki bunu sadece siyasal pratik anlamında kullanmıyorum, gündelik hayatı nasıl yaşadığımızı da kastediyorum- dünkü eksiklerimizi, hatalarımızı telafi etmemiz mümkün. hayat biraz da bir tekamül süreci değil mi?
bence önemi bir nokta daha var. tecrübe bazı kararları alırken çok yararlı olabilecek bir özellik, ama tecrübe başkalarından daha uzun yaşamış olmaktan ibaret değil. hiçbir konuda derinleşmeden, hayattan hiçbir ders çıkarmadan dünyaya kazık çakmak da pekala mümkün. ayrıca bir insan geçtiğimiz otuz yıl boyunca bir sürü karar vermiş olup bu kararlarında hep yanıldıysa, hiçbir zaman ya da ekseriyetle beklediği sonucu almadıysa bu “tecrübe”ye neden güvenelim?
şuna da dikkat çekmek isterim. eskinin yaşlılara gerekli gereksiz hürmet gösterilmesinin yerini şimdi gençleri gerekli gereksiz yüceltme aldı. bunun temelinde bence esas olarak kapitalizmin ihtiyaçları yatıyor. genç bedenler daha verimli çalıştırılıp sömürülebilir, deneyimsiz emekçi daha kolay tahakküm altına alınabilir. bu ihtiyaç kolaylıkla bir ideolojik kalıba dönüştürüldü ve aralarında solcuların da bulunduğu birçok genç bir tartışmada, karşısındakinin yaşlı olmasını bir argüman olarak kullanabiliyor ya da “bunak” falan diye hakaret edebiliyor. bu yazıyı bunu haklı görmek ya da göstermek için yazmadım
gerçi böyle salvolar eski solcuyu teğet geçer çünkü o kendinden genç olanlarla herhangi bir tartışma ya da sohbeti bir tebliğ süreci olarak algılar, tebliği zinhar kesintiye uğradığında, itirazla karşılaştığında da öfkelenir. tekrar hatırlatayım, zamanında neler çekti o, biliyor musunuz. ayrıca daha önce -ki bu gençliğinde anlamına gelir- duymadığı bir fikir, bir bilgi nasıl değerli olabilir ki, dikkate alınacak bir şey olsa, haberdar olmaz mıydı hiç!
aslında fazla anlatmama da gerek yok, ne kastettiğimi gayet iyi anladınız. eski solcuya itiraz etmek, kendinden menkul otoritesinden çekinmemek yeni bir dünya kurma davasına olan borçlarımızdan biri. ama eski solcuyla mücadele etmek için bu yetmez, solculukta ısrarlıysak eskimemeye çalışmak da çok önemli. çünkü inanın yıllar göz açıp kapayıncaya kadar geçer ve bir de bakarsınız ki eskiyen sadece bedeniniz olmamış, solculuğunuz da dökülüyor. birincisi kaçınılmaz ama ikincisi pekala engellenebilir.