Denge ve Denetleme Ağı (DDA) 22 Mayıs’ta Türkiye’de Demokrasi Talebi Raporu’nu yayınladı. Rapor, 10 yıla yayılan kamuoyu yoklamalarının kıyaslanması yolu ile Türkiye’de yaşayanların birlikte yaşama, demokrasi, refah, hukuk önünde eşitlik gibi temel konularda değerlerini ve eğilimlerini ortaya koyuyor. Raporun en çarpıcı sonucuna dair yorumu bir medya kuruluşuna verdiği beyanatta Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır yaptı. Ağırdır, Türkiye’deki siyasal iklime dair yaptığı değerlendirmede DDA’nın raporunu anımsatarak şunları söyledi: “Sorduğunuz zaman herkes kendi üzerinden eşitlik talep ediyor. ‘Ötekilerin’ de talepleri karşılansın diyor. Ama Kürtçe eğitim veya Aleviler meselesine dair somut bir şey sorduğunuz zaman o talep biraz daha düşüyor. ‘Herkes özgürce kendi kimliğini yaşayabilsin’ dediğinizde yüzde 80’leri aşan ‘doğru’ kanaati var ama işi Kürtler veya Aleviler diye somutlaştırdığınız zaman oran yüzde 50’lere düşüyor.”
Sorun burada başlıyor. İçinde yaşadığımız bu toplumun özgürlük ve eşitlik konusunda soyut düzeydeki açık fikirli yaklaşımı somut örnekler karşısında dar görüşlülüğün duvarlarına çarpıyor. Somuttan kastımız Türkiye’deki mevcut çatışma dinamiklerinin parçası olan ve ayrımcılığa uğrayan tüm etnik, mezhep ve cinsiyetler. Örneğin DDA’nın raporunda “Türk-Kürt, Sünni-Alevi, kadın-erkek, fakir-zengin, herkes fark gözetmeksizin eşit olmalıdır” önermesine “katılıyorum” diyenlerin oranı % 96. Ama iş kendine doğru uzanınca yavaş yavaş bu oran düşüyor. Aynı çalışma kapsamında “Damadım/gelinim farklı mezhepten olabilir” cümlesine katılanların oranı %55-61 arasında değişiyor. Varsayımlar ve soyut önerme düzeyinde halen iyimseriz. Ama iş somutlaşınca ve Türkiye gerçeği ile ifade edilince gerçekler açığa çıkıyor. Damat veya gelinin Sünni olabileceği fikrine % 85, Alevi olabileceği fikrine ancak % 52 onay veriyor.
Damadım/gelinim farklı etnik kökenden olabilir ifadesine katılanların oranı % 61 ile 69 oranında değişiyor. Damat veya gelinin Türk olmasını kabul edenlerin oranı % 89’iken Kürt olmasını kabullenenlerde bu oran yüzde 57’ye iniyor. Meali eşitliğe prensipte inanıyorum ama hanemde yalnızca kendim gibi olanları ve “makbul vatandaşları” görmek istiyorum. Hanenin bir adım dışında da durum pek iyimser değil. Kürtleri ve Alevileri komşu olarak istemediğini ifade edenlerin oranı da % 33.
DDA raporunun niyetinden ve amacından bağımsız olarak odaklandığım kısmı bu bitmeyen riyakârlığımız. Eşitlik özgürlük gibi soyut kavramları sloganlarla ya da sloganlaşmış basmakalıp ifadelerle savunmak kolay. Fakat bu ülkede her türlü ezilen kimlik karşısına dikilen ve harcı iktidarların faşizanlığıyla karılan duvar çok güçlü.
Bugün sendikal alanda “barış” demek, “halkların kardeşliği” demek işte bu kendini eşitlik yanlısı ve hoşgörülü zanneden ama iş Kürt halkının taleplerine, Alevilerin taleplerine geldi mi kaskatı kesilenlerin duvarına çarpmak demek. Kadınların taleplerinin mevzu bile edilmemesi bir başka yazıya konu olacak kadar önemli ve derin. Sermayeden ve devletten bağımsız sendikalar olan DİSK ve KESK’in örgütlenmelerinde karşılarına en çok çıkan sorun aslında tam da bu bölünmüş, kutuplaştırılmış ve en kötüsü kendi dışında kimseye yaşama hakkı tanımak istemeyen ama bunun da farkında dahi olmayan topluluğu, sendikal mücadelenin gündemleriyle beraber eşitlikçi bir toplum talebine ikna etmek.
İktidarın farklı etnik kökenler, inançlar, mezhepler üzerinden kutuplaşma yaratarak toplumu bölmeyi bir yönetme biçimi olarak kullandığı artık hepimizin malumu. DDA’nınki gibi çalışmalar işin toplumsal tabanının da bu duruma uygun olduğunu ya da zamanla uygun hale geldiğini gösteriyor. Bu bölünmüş ve birbirine uzak siyasallaşmış toplumsal kampları bir araya getirmek emek hareketinin hem görevi hem de aşması gereken bir sorun olarak görülmeli. Türk-Sunni-Erkek makbul vatandaşlar ve bu makbullüğün ideolojisini benimsemiş emekçileri eşitlikçi bir toplumsal düzen talebine ikna etmediğimiz sürece sarı sendikalar ve işverenler eliyle yaratılan saldırı ve manipülasyonu aşma şansımız da olmayacak.
İktidarın “Tek millet, tek bayrak, tek din, tek devlet” çizgisiyle sadece söylem düzeyinde çatışmak yetmez. Bu görüşün karşılık bulduğu toplumsal zeminini ortadan kaldırmak için iş yeri düzeyinden başlayarak toplumsal eşitliğe özlem duyan emekçi kitlelerini yaratmak için çalışmalıyız. Sermaye karşısında emek mücadelesinin birleştirici gücü olduğunu TEKEL Direnişi’nden taşeron hareketine son 17 yılda defalarca gördük. Bu deneyimleri büyütmeliyiz.