şu cezaevi anıları konusunu erkeklerin askerlik hatıralarına döndürmek istemiyorum. söz, bu son bahsedişim olacak.
çıktığımın ertesi günü mecburen denetimli serbestlik bürosuna gittim. her hükümlünün başvuracağı bir memur var. farklı cezaevlerinden çıkmış hükümlüler, sıra bekliyoruz. grubun içinde tek kadın benim, kısa süre içinde başlayan sohbette anlaşılıyor ki tek türk ve tek “siyasi” de benim. (bu da ufak bir hayrete yol açıyor, türklerin siyasi suç işlemelerinin şaşırtıcı bulunmasından bir sürü vazife çıkartıyorum ama bu ancak bir sohbetin konusu olabilir.) kalan herkes “adli” ve ya kürt ya roman.
denetimli serbestlik kapsamında kamu hizmeti yaptığım yerde benim gibi “çalışan” başka hükümlüler var, onların da hepsi ya kürt ya roman. eskişehir’in biraz dışındaki çifteler kadın açık cezaevi’nde de adli suçluların neredeyse tamamı romandı, içlerinde bir tane kürt olduğunu hatırlıyorum.
bu tabii ki tesadüf değil. ayrımcılığa, ırkçılığa uğrayan halklar dünyanın her yerinde yoksulların en çaresizlerini oluşturuyor. daha büyürken her gün şiddetle yüz yüze geldikleri için korkuları azalıyor, diğer yandan eğitime ulaşmakta zorlanıyorlar, iş bulmakta da. ve böylece neredeyse tek sermayeleri gözükaralık olarak hayata başlıyorlar. cesaretin belirleyici olduğu mesleklerin çoğu da suç sayılıyor. suç sayılıyor diyorum çünkü malum örneğin hırsızlığın çapı büyüdükçe suç olma ihtimali azalıyor.
ayrımcılık, ırkçılık her zaman başka başka ilişkilerin, örneğin köleciliğin, sömürgeciliğin bir sonucu. ama şu değişmiyor. dünyanın her yerinde ayrımcılığa, ırkçılığa uğrayan bir halka mensup yoksul bir gencin, hayatını suç sayılan işlerle kazanmaktan başka çok az çaresi var. türkiye’de kürtler, romanlar, abd’de latinler, siyahlar… abd’de siyah bir gencin, sokakta yürürken, hırsızlık vb. bir suç işleyeceği zannıyla polis tarafından vurulma ihtimali var. (şunu da hatırlatayım, eğitime ulaşmak konusunda kürtler romanlara göre çok daha şanslı.)
bu halkların kimi mensuplarının tanınır, sevilir olması da onlara yönelik ayrımcılığı değiştirmiyor. kibariye ya da hüsnü şenlendirici küçük yaşta evlenmek zorunda kalan roman kadınların, ömürlerinin çoğunu hapiste geçirmelerine sebep olan işlerde çalışmalarını engellemedi. ibrahim tatlıses, özcan deniz ya da mehmet sıddık torun, kürt gençlerinin, köylerinden kopup geldikleri batı şehirlerindeki kaderini değiştirmedi.
iş bununla bitmiyor. dünyanın her yerinde göçmenler, en kötü koşullarda, en düşük ücretlerle çalışmak zorunda, şiddete, ayrımcılığa maruz kalıyor. malum dünya üzerindeki göçmenlerin çoğunluğunu suriye iç savaşı yüzünden ülkelerini terk etmek zorunda kalanlar oluşturuyor. türkiye’de, iktidarın bu çatışmadaki rolünü eleştirmeyi aklına getirmeyenlerin, suriyelilere nasıl düşmanlık ettiğine şahit oluyoruz. (nitekim bunu yazdığım sırada, ikitelli’de suriyelilere ait evler ve işyerleri, suriyelilerin bir çocuğa tecavüz ettiği gerekçesiyle tahrip ediliyordu.)
şu artık açık bence. kimlik siyaseti, devletten eşit haklar talep eden bir kapsamla sınırlanamaz. artık kürtler, romanlar, araplar her zamankinden daha fazla, sivil halkın baskısıyla karşı karşıya, bugün her zamankinden daha fazla, en zor emek süreçlerinde yer alıyor.
burada bir parantez açayım. mesele sadece halklarla sınırlı değil. dünyanın yoksul nüfusunun çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. türkiye’de yükselen işsizlik, en fazla kadınları ve tabii lgbti’leri vuruyor. kadın işsizliği, kadınların ücretli çalışması şart sayılmadığından kimi istatistiklerde hesaba bile katılmıyor.
yoksulluktan, çaresizlikten bağımsız bir ayrımcılık yok. o yüzden ekonomiyi, emeği hesaba katmayan bir mücadelenin sonuç alması mümkün değil.
sadece bu da değil, sıradan vatandaşın bilincini değiştirmeyi hedeflemeyen bir mücadelenin de sonuç vermesi imkânsız. bu da ülkenin diğer yoksullarıyla bir araya gelmeyi gerektiriyor çünkü ırkçılığın taşıyıcısı olanların, ayrımcılık uygulayanların önemli bir kısmı yoksullar. ve onlara pankartlarla, dövizlerle, basın bildirileriyle ulaşmak çok zor, yüz yüze bir iletişim sağlamak gerekiyor. yoksa yoksulların birbirini kırmasının ülkenin temel çelişkisi olduğu bir ortama razı geleceğiz.