Kapitalist modernist sistemin krizi derinleşirken sistem savunucularının çözülüşü ve düşüşü her geçen gün daha bir ifşa olmaktadır. Dünya geneline yayılan salgına dair bilimin iktidar ve devlet odaklı hareket ettiği gerçeğini, yaşadığımız toplum kırımının kodlarında görmek mümkün hale gelmiştir. Bir yönüyle toplumsal yaşamın dokusunu bozma üzerine sisteminin çarklarını çalıştıran kapitalizm, diğer yönüyle içinde bulunduğu derin çıkmazın sancılarını nasıl dindireceğinin hesabı içerisine gömülmüştür. Bireyi toplumdan çalma, toplumu açlık ve işsizlikle terbiye etme ve toplumun sahip olduğu değer yargılarını tekleştirmeye indirgeyip yok sayma gibi tehlikeli fikir savunuculuğunu yapan sistem savunucuları güncel anlamda koronavirüsü mutlak bir fırsata dönüştürme çabasındadır. İktidar ve devlet aygıtının salgın bahanesiyle geliştirdiği tüm politikaların ölümü azalttığını veya geciktirdiğini düşünmek bir yanılgıdır, asıl ölümcül olan kapitalizm ve ona can simidi olan iktidar ve devlet aygıtının kendisidir. Ölümün bir hastalık olmadığı gerçeğini bildiğimiz halde kapitalizmin hasta ruhundan medet ummamız demek ölümün kapısını gönüllüce çalmamız demektir. Zira iktidar ve devlet aygıtı bireycilik ve bencillik denilen hastalıklı ruh halini toplumun tüm gözeneklerine sızdırarak kutsal değerlere ihaneti teşvik etmekte ve arzulamaktadır. Kuşkusuz bu ruh haline kapılan bir birey hakikate yabancıdır, kutsala yabancıdır en nihayetinde kendisine yabancıdır. Gelinen aşamada koronavirüs illetini fırsat belleyen verili iktidar, kimin öleceğine veya yaşayacağına karar verecek ölçekte kendini konumlandırdığı gibi yaşadığı derin çelişkilerini de kamufle etme derdindedir. Koronavirüs salgınına dair bir çok ülkede alınan tedbirler kapitalist zihniyetin argümanlarıyla yürütüldüğü taktirde herhangi bir komünaliteden, paylaşımdan ve ortaklaşmadan bahsedemeyeceğimiz gibi toplumun demokratik eşit ve sağlıklı geleceğinin şekilleneceğinden de bahsetmek mümkün değildir. Bu bağlamda salgın sürecinde ölümün cinsiyeti veya ırkı olmadığını idrak edemeyen mevcut iktidarın öfkesi ve tahammülsüzlüğü bin odalı sarayında çıplak gezinirken toplum nezdinde ifşa olmuştur.
Gelinen aşamada bir çok ülke salgına deva bulmak isterken AKP ve MHP iktidarının devası kan ve göz yaşı olmuştur. Siyasi operasyonlardan tutalım kayyumlara, infaz düzenlemesi adı altında toplu idam yasasını geçirmesine ve Kürdistan dağlarını bombalamasına varan uygulamalar en nihayetinde Zînî Wertê’de yaşananlar ikidarın fırsatçılığını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Özellikle Başûr’da Zînî Wertê girişimi bir komplo ve ittifakı güncellediği gibi Kürdü Kürde kırdırmanın da ittifakı olmuştur. Zira Türkiye’nin direktifleri üzerinden KDP’nin hamleleri gelişmiş olsa da arkasında ABD, NATO dış güçlerin hatta devletler arası bir konseptin parçası olduğunu düşünmek gerekir. Kuşkusuz hesap edilen planlama özetçe Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme, karşılığında ise güneyin bir statüye kavuşması veya Türkiye’nin güneye olan mazot borcunun ödenmesi, son tahlilde elektrik ve su gibi ihtiyaçlarının karşılanması üzerine olduğudur. Bu vaatlerle tatmin olan KDP’nin hiç zaman kaybetmeden 450 peşmergeyi Zînî Wertê’ye konuşlandırması kuşkusuz ya ne ölçekte kandırıldığının farkında değil, ya da bireycilik ve bencillik denilen olgunun iktidara kavuşma hırsıyla gözlerine mil çekerek derin bir ihanet çizgisinde yürümektedir. Sonuç olarak PKK Lideri Sayın Öcalan’ın aile fertleriyle 21 yıl sonra ilk kez yaptığı 20-25 dakikalık telefon görüşmesinde Başûr’da yaşananları konu edinmesi ve ardından 1982’de oluşturulan protokolün hatırlatılması büyük bir anlama ve öneme haizdir. Ulusal birliğin güvencesi ve teminatının ön hazırlıkları şeklinde gelişen protokol maddelerinin başında emperyalist ve gerici bölge devletlerine karşı nasıl bir tutum alınması gerektiğine dair ortaklaşmaları içermekteydi. Ancak güncel anlamda KDP’nin durumu sömürgeci emperyalist güdümünde tüm değer yargılarını, Kürdün ulusal birliğine ihanet etmeyi bir tavra ve tutuma dönüştürdüğüdür. Bu minvalde Sayın Öcalan ‘’sanmayın ki siz bu süreçte dış güçlerle birlikte çalıştığınızda size bir devlet verilecek, bütün Kürtlere kaybettirecek” cümlesi oldukça önemlidir.
İçinde bulunduğumuz ay Kürtler halkı önemli bir anlama sahiptir. Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin de ulusal birlik için bu ayda yaşamını yitirmiştir. Kürt özgürlük hareketi oluşumundan bu yana ulusal birlik mücadelesini verirken bu uğurda yüzlerce bedel verildiğini kimse inkar edemez. Özellikle ulusal birlik mücadelesinde 1982’de Karasungur’un demokratik ilişki ve çeşitli ittifaklarla görüşmeler yaptığı birçok fraksiyon ve parça örgütlerle görüşmeler gerçekleştirdiği, aynı zamanda Neçirvan Barzani’nin babası Idris Barzani ile 82‘de görüşerek 10 maddelik protokolün hazırlanması ve oluşmasında yer aldığını belirtmek gerekir. Bununla bağlantılı olarak Mesut Barzani’nin kendisi 1983’te Sayın Öcalan’ın yanına giderek oluşturulan 10 maddelik ittifak protokolünü imzalamıştır. Bu gerçekliğin hatırlanması kadar uluslararası komplo çemberinden çıkmak Kürdistani birlik etrafında mücadele vermek kadar önem taşımaktadır. 83’te imzalanan ittifak protokolünün 8. maddesinde ‘’Kürdistan ulusal sorununu tartışıp belli kararlar alacak üst düzeyde toplantılar alma kararı ‘’ güncel anlamda ulusal kongrenin işaretidir. Aynı zaman da 9. maddede geçen ‘’Kürdistan’da var olan parti ve örgütler arası ilişkileri bozacak, düşmanın işine yarayacak ideolojik sürtüşmeler yerine mücadele ve ulusal kurtuluşta birlik olma anlayışına bağlı kalmak, çeşitli örgütler arasında var olan ya da çıkacak olan sorunları silahlı mücadeleyle değil görüşmeler yoluyla halkımızın çıkarları doğrultusunda çözümlemekten yana olmak‘’ maddesi güncelliğini koruyan hususlardır. Gelinen aşamada peşmergelerin Zînî Wertê’de konuşlanması KDP’nin kendi kararı veya inisiyatifi olmadığı çok net olarak görülmesine rağmen salgını bahane etmek çok ucuz bir politikadır. İktidar ve devlet aygıtlarının Truva atına soyunarak yaratılan tüm soylu güzelliklere sırtını dönmek başta kendine ihanet etmektir. Ulus devlet zihniyetinin milliyetçilik karakteri renksizleştirme faktörü ve tekleştirme ölçeği kendisinden olmayanı barındırmayacağı gibi aldatıcı bir makyaja sahip olduğu da bilinmelidir. Bu anlamda ulusal kongre etrafında kenetlenmek halkın çıkarlarını gözetecek şekilde hamlelerde bulunmak kaçınılmaz olmalıdır.