10-11 Aralık AB Zirvesi Türkiye’ye yönelik yaptırım kararlarını bir kez daha erteledi. Zaten ağır yaptırım kararlarının ertelenme olasılığı hafta başından itibaren kulislerde fısıldanmaya başlamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan o nedenle “AB’nin alacağı kararlar bizi ırgalamaz” açıklamasını yaparak Azerbaycan’a gitmişti. Kişilere ve bazı şirketlere yönelik kısmi yaptırımlar Türk hükümetini “ırgalamaz” elbette. Ama şimdilik…
Ağır yaptırım kararlarının ertelenmesinin iki temel nedeni var. En önemlisini açıklanan Sonuç Bildirgesi’nin Türkiye ile ilgili bölümünün son cümlesinde okumak olanaklı: “AB, Türkiye ve Doğu Akdeniz’deki durumla ilgili konularda ABD ile koordinasyon içinde olmayı amaçlayacaktır.” Yani Avrupalı emperyalistler Türkiye konusunda nasıl bir rota izleyeceklerini belirlemek için Joe Biden’in Beyaz Saray’daki koltuğuna oturmasını bekliyorlar.
İkinci önemli neden ise AB’nin, 1-2 Ekim 2020 Zirvesi’nde ayyuka çıktığı gibi, “Birlik” olamama krizini yaşaması ve Polonya ile Macaristan’ın blokaj siyasetine teslim olmasıdır. Berlin veya Paris’ten ziyade Washington’u dikkate alan bu iki AB üyesi, Hukuk Devleti Mekanizması adı altındaki AB düzenlemesine karşı çıkarak, üye ülkelere yüksek pandemi yardımlarını öngören AB bütçesinin karar altına alınmasını engellemişlerdi. Dönem Başkanı Almanya hem AB’nin bütünlüğünü korumak hem de uluslararası mali piyasaların güvenini kaybetmemek için, Polonya ve Macaristan’a tavizler verilmesini sağlayarak ikilinin blokajını kaldırtabildi.
Merkel usta bir manevrayla Hukuk Devleti Mekanizması’nın önce Avrupa Adalet Divanı tarafından gözden geçirilip, kararıyla meşruiyet kazanmasını önererek AB tarihinin en yüksek maddi yardımlarını içeren bütçenin kabul edilmesini sağladı. Verilen diğer taviz de AB ve NATO içerisinde “Türkiye dostu” olarak kabul edilen Polonya ve Macaristan’ın yaptırım kararlarını erteleme istemlerinin kabul edilmesiydi.
Ancak AB bütçesinin kabul edilmesini ve Türkiye’ye yönelik ağır yaptırım kararlarının ertelenmesini içeren bu çözüm geçici bir durumdan ve AB’nin “Birlik” olamama krizinin üzerine yapıştırılan bir “yara bandından” ibaret. “Yara bandının” yapışkanının daha ne kadar tutacağı ise meçhul, çünkü AB içinde debelendiği çoklu kriz ortamının girdaplarından bir türlü kurtulamamaktadır.
O açıdan zirve sonuçlarını ve dolayısıyla Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik yaklaşımını, kimi gazeteci dostumuzun iddia ettiği gibi, Türkiye’nin uyguladığı “tatlı-sert politikalardan” ziyade, AB’nin içinde bulunduğu baygınlık durumunun belirlediğini söyleyebiliriz. Ankara, AB’nin elindeki Şartlı Rehinlere, kendi elinde tuttuğu Şartlı Rehinlerle, yani mülteci “krizi”, Ege – Doğu Akdeniz ihtilafı, Libya, Suriye ve Kafkaslar politikalarıyla yanıt veriyor sadece. Ve görüldüğü kadarıyla da AB’nin konjonktürel zayıflığından kendi yayılmacı siyaseti için avantajlar elde edebiliyor. Böylelikle de AKP-Saray-Rejimi’ni taşıyan toplumsal tabanı tekrar konsolide etme fırsatını yakalıyor. Şimdilik…
Öyle ya da böyle. Gelişmelerin ezilen ve sömürülen sınıfların lehine olmayacağı çok açık. İşin kötüsü, hemen herkesin bitmesini arzuladığı bu meşum yılın son günleri bizlere 2021’nin giderek büyüyen çeşitli krizlere gebe olduğunu gösteriyor. Asıl “zirve”, yani halkların, ezilen ve sömürülen sınıfların enternasyonalist ve sistemi yıkmayı hedefleyen “zirvesi” olmadan, kapıları açılan bu karanlıklar çağından kurtulmamız olanaklı değil. Bu da çok açık.