Kürtlerin müzik hafızasında önemli bir yere sahip olan Erivan Radyosu’nun mihenk taşlarından olan Egîdê Cimo, eşlik ettiği dengbêjlerin klamlarına ezgi, ruh ve can oldu: Sesi kaldı
Kavalın miri Egîdê Cimo, meyinin sesiyle can verdiği kilamlar yankılanıyor. Şerko Kanîwar, “Kürt kültüründeki yeri ve önemini tek cümleyle anlatacak olursak, benim için Egîd Kürdistan’ın sesiydi” derken bu müziği gelecek nesillere aktaracaklarını söyledi.
“Kavalın miri” olarak adını bu topraklarda duyuran Egîdê Cimo’nun ölümünün 3’üncü yıldönümü. Nefesiyle ses verdiği meyi ile Kürtçe kilamları yeni kuşaklara taşıdı. Kürtlerin müzik hafızasında önemli bir yere sahip olan Erivan Radyosu’nun mihenk taşlarından olan Egîdê Cimo, eşlik ettiği dengbêjlerin klamlarına ezgi, ruh ve can oldu.
Vanlı ailesinin 1918’de göçüyle Ermenistan’ın Erivan kentinin Erdeşer köyünde 1932 yılında dünyaya gelen Egîdê Cimo, daha çocuk yaşta sazlıktan kopardığı kamışla yaptığı kavalla müziğe başladı. Ömrünün uzun yıllarını Erivan Radyosu’nda geçiren Egîdê Cimo, eserleriyle ve meyinin tınısıyla Kürtlerin kulaklarından yüreğine kazınan isimlerin başında geliyor.
Egîdê Cimo ile aynı sahneyi paylaşmış ma music eğitmenlerinden Şerko Kanîwar ve yönetmen İbrahim Yıldırım, Cimo’yu anlattı.
Egîdê Cimo’yu tanıdığı için kendini şanslı hisseden ancak bu tanışmanın çok geç gerçekleşmesinden kaynaklı da üzgün olan Şerko Kanîwar, “O’nun Kürt kültüründeki yeri ve önemini tek cümleyle anlatacak olursak, benim için Egîd Kürdistan’ın sesiydi. Egîde Cimo’nun meyinin sesi, Kürdistan’ın sesiydi. Meyi çaldığında yanında stran, kilam ya da söz olmasa da onun meyinin sesi tarihin sayfalarında gidip geldikçe her bir Kürdün yüreğinde bir sızı, bir mutluluksa da o melodi bir aşk bırakır. Onun müziği çok farklı duygulara taşıyor. Egîd aynı zamanda Erivan Radyosu’dur da. Çünkü o meyi ile birlikte, kuruluş yıllarından ömrünün son demlerine kadar radyoda oldu. Erivan Radyosu’nda dinlediğimiz her stranda onun meyinin, dudukunun sesi var. Belki onun sesini kilam olarak duymuyoruz ama dinlediğimiz her standa o var. O nedenle diyorum ki Egîd, onun meyi Kürdistan’ın sesidir. O ses ki bizim nenelerimiz, dedelerimiz o sesle büyümüş” dedi.
‘Ses kalır insanın ardından’
Egîdê Cimo ile kayyım tarafından kapatılan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki Aram Tigran Konservatuarı’nda ve Erivan Radyosu’nda birlikte sahne alma şansı yakaladığını söyleyen Kanîwar, bu durumun kendi çalışmalarına etkisini şöyle anlattı: “Çocukluğumda doğrudan dinelemesem de babamdan duyduğum Erivan Radyosu’na gittim, oraya misafir oldum. Orada bir ömür mey çalan Egîdê Cimo ile birlikte çalma imkânını yakaladım. Yani onun sesinin duyulduğu yerde o çaldı, biz çaldık. O atmosfer özel olarak da çocuklarla ilgilenen Kürt bir müzisyen olarak beni etkiledi. Egîdo Cimo’nun yüzlerce öğrencisi yoktu belki –özel gidip onun yanında yetişen kişiler dışında- ancak bu birliktelik beni onun meyinin sesini gelecek nesillere ulaştırmak noktasında sorumlu kıldı. Hala anne karnında olan bir bebek ya da birkaç yaşında olan çocukların onun meyini dinlemesi noktasında sorumlu kıldı. Çünkü o ses yaşamalı. Bizim geleneksel müziğimize ait stran ve kilamlar yaşamalı. Bugün belki bu kentte ya da çevremizde mey dersi verecek kimse yok ama biz kendi üzerimize bir görev olarak onun meyinin sesini yaşatma sözü verdik. O ki Meyrem Xan, Karapet Xaco, Asliqa Qadir, Suska Simo ile ve bugün de yaşamayan kişilerle çalmış. Zaten ses kalır insanın ardından. Biz de gideceğiz ya bizim enstrümanımızın sesi, yazar isek yazımız kalacak. Egîd’in de meyinin sesi kalacak.”
Kanîwar, Kürt müzisyenler ve sanatçılar olarak Egîdê Cimo ile tanışmakta, onu Kürt müziğinin öğretildiği atölyelerde öğrenciler yetiştirmesini sağlayacak koşulları yaratmakta geç kaldıklarını da sözlerine ekledi.
Egîdê Cimo’nun her zaman “bir millet ya savaşçılığıyla, direngenliğiyle ya da sanatıyla dünyada tanınır” sözlerini hatırlatan Kanîwar, “Kürtler de zaten statüsüz bir halk. Bu anlamda Kürtlerin savaşçılığı ve yiğitliği tarihe baktığımızda mirlerin savaşlarıyla görüyoruz. Bir taraftan da sanatla da sesini dünyaya duyurmuş. Bu anlamda Erivan Radyosu da Kürt müziğinin sanatının bir kimliği hafızası niteliğinde. Egîdê Cimo da Erivan Radyosu da Kürt müziği için bir hafızadır. Bu halkın, toprakların ve Kürt müziğinin hafızasıdırlar. O dönem için baktığımızda sadece evlerde Kürtçe konuşuluyordu. Özellikle Bakur için baktığımızda ne bir gazete ne de televizyon yoktu. Öyle ki burada Kürtçe kasetler yerin altına konuluyordu, böyle saklanıyordu. Tam da böyle bir ortamda Kürtler yarım saat Kürtçe stranlar dinlemek için bekliyorlardı. Bu radyo kendi başına bir toplum, örgütlülük yaratıyor. Bu da Kürtlerlerin kendi köklerinden kopmasını engelliyor. Botan gibi bölgelerde o dönem şevbuherkler, dengbêj divanları vardı ancak bu durum tüm Kürdistan’da yoktu. Ancak dengbêj divanının olmadığı yerde radyo vardı. Ben ailemde kimseden stran dinlemedim ama radyoya dair anılarını hep dinledim. Kürt müziğinin kodlarının, dengbêjlik kültürünün olmadığı yerlerde Erivan radyosu sayesinde bu müzik, dil yaşadı. Ki o seslerden biri de Egîdê Cimo’nun meyinin sesidir” diye konuştu.
Erivan Radyosu’nun misyonunu şimdi Kürt kültür ve sanat kurumlarının üstlendiğini, daha doğrusu bu görevin onlara devredildiğini dile getiren Kanîwar, tarihten günümüze taşırılan o seslerin geleceğe aktarılmasının önemine dikkat çekerek, “Ancak o zaman deriz ki Erivan Radyosu yaşıyor, çalışıyor Egîdê Cimo hala yaşıyor ve meyini üflüyor. Bizim onların sanatını bugüne taşıyacak köprüyü oluşturmamız lazım” ifadesinde bulundu.
Karabetê Xaco, Meyrem Xan, Sûsiko Simo…
Böylesi bir çağda Kürt sanatını geliştirmenin zorlukları olsa da umut olduğuna işaret eden Kanîwar, “Eğer Kürt çocukları anne karnından başlayarak Egîdê Cimo’yu dinler, Karabetê Xaco, Meyrem Xan, Sûsiko Simo gibi isimlerin seslerini duyarlarsa o zaman bu onların ruhuna işler. Eğer buna yetişemediyse ebeveyninler 5-6 yaşına kadar sözünü ettiğimiz hafıza, ruhu, kültürü eğer çocuklarına hissettiremediyse eksik kalır. Elbette öğrenirler ya da dinlerler ama bu durum çok zor olur. Biz şimdi Kürt müziğine ilişkin eğitim veriyoruz. Ancak bir çocuk ailesinden 5-6 yaşına kadar bu sesleri dinlememişse, ona Egîdê Cimo’nun meyinin, Şakiro’nun sesini sevdirmemiz çok zorlaşıyor. Çünkü bu onun ruhunda yok. Bu sesin ölmemesi için sadece yüz yılı değil, binlerce yılı garantilemek için çok küçük bir yaşta başlamalıyız” diye belirtti.
Halkın diline ve ruhuna saldırıların olduğunu vurgulayan Kanîwar, kulak, ruh ve bellek asimile olduktan sonra sadece Kürtçenin yaşamasının da bir robota dil programı yüklemekten farksız olacağını söyledi.
Kavalın Miri belgeseli
Egîdê Cimo’nun hayatını konu alan “Welatê me Kurdistane/Kavalın Miri” belgeseliyle beyaz perdeye taşıyan İbrahim Yıldırım ise uzunca süre kültür ve sanatın kök taşıyıcılarını henüz hayatta iken kayıt altına almayı planladıklarını ve bu belgeseli de bu tartışmalar ışığında çektiklerini dile getirdi. Bu kayıtların hem arşiv hem de sanat olduğunu, bu nedenle de Kürt sinemacılar için önemli bir yerde durduğunu söyleyen Yıldırım, “Çünkü kültürel ve sanatsal kodlarımızın çoğu bu gibi sanatçıların pratiğinde günlük yaşamının bir parçası ve onlar birlikte sürekli hayatın içinde. Bu konu Karapetê Xaço’yu kaybettiğimizde kendini bir kez daha göstermişti. O kadar emeğine ve katkısına rağmen ona ait çok az görüntü vardı. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu aslında geleceğe taşırma isteğinin ötesinde bu insanların temsil ettiği damarı, sanatı dünyaya taşırmak. Dolaysıyla Mamo Êgîd’in Aram Tigran Kent Konservatuarı’na gelip bir süre ders vereceğini duyunca, refleks olarak hazırlanmaya başladım. Gelişinden buradan ayrılacağı güne kadar elimden gelen her şeyi kaydetmeye çalıştım. Hatta çoğu zaman sıkıldı kameradan ama ısrar ettim, o da çabamı anlayınca alışmaya başladı” dedi
İlk süreçte sadece arşiv amaçlı kayıt yaptığını zamanla aralarında gelişen diyaloglarla onu daha fazla tanıdıkça filme dönüştürme zorunluluğunu hissettiğini ifade eden Yıldırım, sonrasında gelişen süreci şöyle özetledi: “Amed çekimlerinden sonra onunla Van-Özalp-Çubuklu köyüne gidip bir gece orda kaldık. Atalarının köyüydü orası. Daha sonra Mamo Ermenistan’a geri dönecekti ve onu bırakamadım. Peşinden ben ve bu projede özellikle müzik boyutuyla yardım istediğim ve çok katkıları olan Şerko ile birlikte Erivan’a gittik. Orada da yaklaşık bir ay kadar hayatına, sanatına şahitlik etme şansını yaşadık. Daha sonra montaj süreci ve Mamo ilk zamanlar inanmasa da galaya davet ettik ve filmi beraber izledik. O gün benim açımdan çok önemli bir gündür.”
Egîdê Cimo’nun Kürt kültür ve sanatının önemli bir sütunu olduğunu vurgulayan Yıldırım, birçok sanatçının farkında olmasa bile sırtını o sütuna dayadığını söyledi.
‘Asimilasyonun kıyısından geri çekilir’
Kürt kültür ve sanatının çok akışkan, hayatın içerisinde belirli bir ahenkle akma özelliğine sahip olduğunun altını çizen Yıldırım, böylesi isimlerin de sanat ile toplum birliğini sağlayan köprüler olduğunu ve kendilerini onlara karşı borçlu hissettiklerini dile getirdi.
Egîdê Cimo’nun melodisini bir kez bile dinlemiş olan Kürdün bunu unutamayacağını belirten Yıldırım, “Melodisini bir kez olsun dinlemiş olan bir Kürt bence artık bunu unutamaz ve asimilasyonun kıyısından tekrar geri çekilir. Yani bize ruh üfleyen, dil üfleyen, sanat-kültür üfleyen bir sanatçıdır” diye konuştu.
Kürt sanatçılar olarak önlerinde kendilerine ölçü olacak ve etkileri bin yıllar sürecek isimler olduğunu kaydeden Yıldırım, şunları ekledi: “Bugün alışık olduğumuz adına ne derseniz deyin ama içinde halk ve onun değerlerinin olmadığı ‘şeyler’ değer yaratmadığı gibi var olanı aşındıran bir etkiye sahip. Bizim sanatçılarımızın güç alıp yürüyeceği o kadar çok değer ve tecrübe var ki. Bunu tekrar hatırlamak gerekiyor. Bunu birilerinin söylemesi gerekmiyor. Bunun kodları Mam Egîd ve onun gibi sanatçıların nefesinde ve notalarında…”
Dicle Müftüoğlu – Özgür Paksoy-MA
DİYARBAKIR