Bisiklet kullananlar kaza yaparsa tedavi masrafları özel sağlık sigortası kapsamına girmez. Bisiklete binerek kişi fazlasıyla açık olduğu riskleri zaten kabul etmiş, kazaya uğramayı göze almıştır. Ehliyetini on altı yıl önce karayolunda bisiklet sürerken otomobil dilini anlamak amacıyla almış biri olarak diyebilirim ki ülkemizde bisiklet için uygun altyapı kadar yolda fark edilmelerini sağlayacak kurallar da yetersizdir. Dünya genelinde de benzerlikler var. Bisikletliler varlıklarının motorlu taşıtlar tarafından kabul edilmesi için eylemlerle sesini duyurmak zorundadır.
Bisikletlilerin karayolundaki görünmezliğine Gaia ile eril sistem içinden kurduğumuz ilişkide de rastlarız. Feminist yazarlar Maria Mies ve Vandana Shiva modern dünyanın, umursamazlığın umursanmadığı bir temel üzerine inşa edildiğinden bahseder. Büyüme ve ilerleme adına bilim katalizör görevi görürken “medeniyet”in çocukları yerinden kımıldatılmayan bilimsellikler ortaya çıkarmıştır. Bilimsel kararların sorgulanmasına, gözden geçirilmesine yönetici konumundakilerin karar verdiği dünyada bu faaliyetlerden zarar görenler ise doğa, doğal varlıklar ve yönetilenlerdir.
Bu ilerlemeci zihniyetin karşımıza çıkardığı bilim ve teknoloji abidesi (!) nükleer santrallerin mazisinde yüz binlerce insanı öldürmediyse süründüren Hiroşima ve Nagasaki atom bombalarının izleri vardır. O faciayı inşa eden zihniyeti izleyen yıllarda Pasifik’te yapılan iki binden fazla nükleer testle yerli halkların yaşam haklarını ve geleceklerini tenhada kıstırmış, söndürmüştür. Ne zaman ki nükleer silah üretimi, ticari elbisesini üstüne geçirip halkın arasına dalmışsa yaşanan nükleer felaketlerle gerçek kimliği hatırlanmıştır. Lakin, bilim ve teknoloji tek başına hayatı dönüştürmez, büyük ölçüde belirleyici olan ise şirketler, teknokrat ve bürokratlardır.
Nükleer kabus coğrafi olarak doğudan batıya, güneyden kuzeye yaşamın içine doğru sokulurken radyasyon sınır dozlarında bir değişiklik yapılmamış bu değerler geçmişte nükleer testlerde çalıştırılan asker ve işçilerin maruziyet ihtimaline göre belirlendiği şekliyle çevre ve halk sağlığı gözetilmeden 44Msv olarak kalmıştır. Böylece ulus devletler tarafından geliştirilmek istenen, desteklenen bir teknolojinin ilerlemesine de mani olunmamıştır. Ne var ki Çernobil Nükleer Felaketi meydana geldikten sonra, 1990’larda radyasyon sınır dozu en alt seviye olduğunu düşündüren 1Msv’e çekilmiştir. Ancak biyolojik ırk ve cinsiyet ile yaş gibi kriterler dikkate alınmamıştır.
Oysa 1945 yılında atom bombasının mağdurlarının beş yıl sonraki sağlık durumları üzerine Dr. Alice Stewart tarafından yapılan araştırma kadınların yüzde kırk daha fazla kanser olduğunu göstermiştir. Otoritelerin küçümsemeyi tercih ettiği bu bilgi, ikinci bir araştırma yapılana dek gölgede bırakılmıştır. 2006 yılında bu kez Ulusal Bilim Akademisi tarafından nükleer kaza ve felaketlerin meydana geldiği Japonya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Rusya, İskoçya, Avustralya, Kazakistan, Moğolistan ve ABD gibi ülkelerde 18-65 yaş aralığında yaşamını kaybetmiş kadın ve erkek nüfusun ölüm nedenleri karşılaştırılmıştır. Araştırmanın sonucu kanserden ölümlere kadınlarda yüzde elli daha fazla rastlandığını ortaya koymuştur. Japonya örneğinde Hiroşima’ya bomba atıldığı zaman beş ve daha küçük yaşlarda olan her erkek çocuğa karşı iki kız çocuğunun bugün kanser olduğu tespit edilmiştir. Maalesef bugün de Fukuşima’da Minamisoma Hastane kayıtları aynı doz radyasyona maruz kalınan bölgede kanser vakalarına erkeklere göre kadınlarda yüzde elli daha fazla rastlandığını göstermektedir.
Çok açık ki çocuklar, özellikle kız çocukları ve kadınlar bu sistemde karayolunda giden bisikletler kadar korunmasız ve yalnızdır. Oysa bu erilliği devam ettirmesi beklenenlerin sağlıklı doğması da annenin sağlıklı bir kız çocuk olmuş olmasına bağlı…. En azından kanser hastaları için radyasyon tedavisinin biyolojik cinsiyet ve yaşa uygun yapıldığı akılda tutulursa, genel olarak sınır dozlarında kademeli ve sistematik olarak belirlenmesi gerektiği daha iyi anlaşılabilir. Bu nedenle, bilimsel veriler daha fazla gözardı edilmeden başta ticari nükleer santraller için olmak üzere radyasyon sınır dozlarının değiştirilmesi biz dünya kadınları tarafından talep edilmeli, bu düzenlemeler yapılana kadar hiçbir nükleer tesisin kurulması dahi önerilememelidir!