Bilindiği gibi Türk devleti “sınır güvenliği” gerekçesiyle tıpkı Suriye’de olduğu gibi, Irak devletinin topraklarında sayısız askeri üs kurdu ve bu devletin topraklarının bir bölümüne saldırdı. Irak devletinin toprak bütünlüğünü ve sınırlarının dokunulmazlığını ihlal etmek, uluslararası hukuka göre suçtur
Veysi Sarısözen
Erdoğan rejimi Rojava’ya karşı yeni bir saldırıya hazırlanırken, Güney Kürdistan’dan çok ciddi bir haber medyada yayınlandı. HPG BİM’den yapılan açıklamaya göre, KDP güçleri Metina bölgesinin güneyine girerek HPG güçlerini tam bir kuşatma altına almaya hazırlanıyor. Yapılan açıklamada böyle bir saldırının “savaş ilanı” olduğu ve tehlikeli bir şekilde KDP ile PKK askeri güçleri arasında tüm alanları kapsayacak bir savaşa yol açacağı bildiriliyor.
Böyle bir savaş yıkıcı sonuçlar doğurur.
Ben KDP’nin bu tehlikeli provokasyonunun muhtemel sonuçlarından en önemlisine işaret etmek istiyorum.
Bilindiği gibi Türk devleti “sınır güvenliği” gerekçesiyle tıpkı Suriye’de olduğu gibi, Irak devletinin topraklarında sayısız askeri üs kurdu ve bu devletin topraklarının bir bölümüne saldırdı. Irak devletinin toprak bütünlüğünü ve sınırlarının dokunulmazlığını ihlal etmek, uluslararası hukuka göre suçtur. Bu suç şimdilik Türk devletine karşı hukuki yaptırım ve sonuç doğurmasa da, bölgede dengeler değiştiği zaman iktidardakilerin yargılanmasına yol açacaktır.
Türk devletinin saldırısı savaş hukuku açısından hiçbir haklı gerekçeye dayanmıyor. Çünkü Irak devleti Türk devletini topraklarında askeri operasyonlar yapmak üzere “davet” etmediği gibi, defalarca bu operasyonların Irak devletinin egemenliğini ihlal etmek olduğunu resmen açıklamıştır. Vaktiyle Saddam rejimi ile Türk devleti arasında imzalanan Adana Mutabakatı da geçerliliğini yitirmiştir.
Erdoğan rejimi giderek tırmandırdığı savaşta “meşruiyet krizi” yaşıyor.
Bu “meşruiyet krizini” aşmak nasıl mümkün olabilir?
Meşru yönetim olarak Federe Kürdistan, tıpkı Donbas’da özerk Rus bölgesi yönetimlerinin Rusya’yı Donbas’a girmesi için resmen davet etmesi gibi Türk ordusunu “PKK saldırıyor” gerekçesiyle davet ettiği zaman, Erdoğan rejimi “meşruiyet krizini” aşma imkânı elde eder. Erdoğan “Kardeş Barzani’nin PKK saldırılarına karşı ordumuzu daveti üzerine Irak topraklarına, Musul’a, Kerkük’e, Hewler’e ‘geçici’ olarak girdik” dediği zaman, şu anda bile bu saldırıya sesi çıkmayan küresel güçler ve NATO tıpkı Kıbrıs işgalinde “garantörlük anlaşması”na dayanarak TC’ye verdiği destek gibi, Barzani’nin daveti üzerine Erdoğan’ın Irak’ı işgaline destek verir.
Bu aynı zamanda KDP’nin şu ana kadar içinden çıkamadığı açmazın da aşılmasını sağlar. Barzani yönetimi de “meşruiyet kriziyle” sarsılmaktadır. Güney Kürdistan halkı her geçen gün Barzani ailesinin Erdoğan rejimiyle kurduğu kirli ilişkilere karşı artan ölçüde kitlesel protestolara girişmektedir. Barzani yönetimi giderek tecrit olmakta, Başur siyasi ve ekonomik bir krizle sarsılmaktadır. O nedenle Barzani Türkiye ile kurduğu kirli ilişkilerini ve Türk devletinin Başur’daki saldırılarını meşrulaştırmak için böyle bir savaşa ihtiyaç duymaktadır. “PKK Başur’a saldırıyor ve bu durumda biz kardeş Erdoğan’dan halkımıza yardım etmesini istemek zorunda kaldık” dediği zaman, meşruiyet krizini en azından kağıt üstünde aşmış olur.
Metina provokasyonunun amacı bir yandan HPG güçlerinin tasfiyesini amaçlasa da, onun arkasında Erdoğan rejiminin Başur’a saldırısını ve Barzani yönetiminin ihanetini, Kürtler arasında savaşa yol açarak meşrulaştırma amacı taşımaktadır.
Bu sinsi planın sonucunda Barzani yönetimi Başur’da egemen olduğu topraklarda kendi iktidarını korumak amacıyla Türk devletinin “himayesini” sağlamak gibi “mandacı” bir milli ihanete yöneliyor. (Bu parantez içinde “manda” hakkındaki bilgiyi paylaşayım: “Manda 1. Dünya Savaşı‘ndan sonra bazı az gelişmiş kabul edilen ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip, bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti adına yönetmek için bazı büyük devletlere verilen yetkidir. Geleneksel sömürgeciliği tasfiye etmeye yönelik bir proje olarak düşünülmüş, ancak uygulamada geleneksel sömürgeciliğe benzer sonuçlar doğurmuştur.)
Bu tehlikeli planın Üçüncü Dünya Savaşı’nda nükleer savaş opsiyonundan söz edildiği koşullarda uygulamaya konduğunu unutmamalıyız. Başur’u Erdoğan rejimine peşkeş çekmek ve kendi iktidarını Türkiye himayesinde garanti altına almak için Barzani ailesi dehşetli bir maceraya atılmıştır. Bunun sonunda Barzani’nin egemen olduğu topraklarda Türk himayesi gerçekleşirken, Süleymaniye bölgesinde İran’ın boş durmayacağını not edelim. Ve ardından Başur’u paylaşmak amaçlı bir Türkiye-İran cepheleşmesinin de gündeme gelebileceğini hatırlatalım. Neden derseniz, ben size “çünkü dünya savaşı içindeyiz, bir Rusya-Ukrayna dolayısı ile NATO-Rusya savaşını düne kadar aklımızın ucundan geçirmediğimizi, bu savaşta her türlü tehlikenin var olduğunu” hatırlatmak isterim.
Erdoğan rejimi, tıpkı bir zamanlar Özal’ın “federasyon” adı altında Başur’u yutma politikasının devamı olarak, Ukrayna savaşını fırsata çevirmek ve böylece “misak-ı milli” sınırlarına yürümek istiyor.
Ama bir laf var: Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olabilirsin.
Bu planda uğranılacak bir yenilgi, Türkiye’yi “küçültebilir”, “Başur’a petrol için giderken, evdeki Bakur’dan olabilirsin.”