AKP Hükümeti ve Cumhurbaşkanı öyle böyle değil, Türkiye tarihinde görülmemiş bir cüretkarlıkla ülkeyi yönetiyor. Hiçbir uyarıya kulak asmıyor. Normal bir demokraside uyulması gereken evrenselleşmiş basit kurallara dahi uymuyor. Bu, ne olduğu tartışmalı Yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminde tek kişi iktidarı ve de parlamentodaki çoğunluğu ile istediğini yapıyor. Yürütme ve yasama arasında iyi tanımlanmamış ilişkileri kullanarak kendi vekilleriyle yasamanın içine deyim yerindeyse “dalarak” istediği yasaları istediği gibi, tek satırını dahi değiştirmeden geçiriyor.
Peki ama Cumhurbaşkanı böyle nereye gidiyor? Acelesi ne? Neden toplumdaki farklı görüş ve düşüncelere aldırmaksızın kendi bildiğini okuyor? Ve asıl soru belki de neden ikide bir ülkeyi seçime ya da seçim ortamı gibi referandumlara götürüyor? Dünkü bir konuşmasında Avrupa Birliği ile ilgili önümüzdeki günlerde bir referandum yapılabileceğini söylüyor ve sanki çok demokratmış gibi “Bunlara alışmalıyız. Bugün Avrupa ülkelerinde yılda neredeyse üç referandum yapılıyor” gibisinden konuşuyor. Yerel seçimlere az kala bu sorular üzerinde durmak gerekiyor. Bu sorulara tabii ki farklı insanlar farklı cevaplar verebilirler. Benimkiler aşağı yukarı şöyle:
Birincisi, Cumhurbaşkanı iyi biliyor ki durursa düşecek. Çünkü durursa, bugüne dek her seçimde taraftarlarına verdiği “heyecan” bitmese de azalacak, bu da normal bir seçimde oylarının düşmesi anlamına gelecek. Zaten bu son seçimde aşağı yukarı 10 puan kaybetmiş durumda. O nedenle de bisikletin pedalına basmaya devam etmesi gerekiyor. Bu bir.
İkincisi, Cumhurbaşkanı her ne kadar “Medya ile demokrasi falan olmaz. Bir zamanlar ülkemizi de medya yönetiyordu. Dördüncü kuvvet falan. Demokrasi diyorsun, demokrasi derken halkı bir kenara koyup medya diyorsun. Demokrasi gücünü halktan alır. Biz halkımız ne diyor, ne puan veriyor ona bakarız” dese de aslında bugüne dek tam da bunun tersini yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Çünkü öylesine biliyor ki halkın verdiği puanlar aslında ne ölçüde medyaya hakim olduğunuza bağlı. (Doğrusu burada Erdoğan’ın, siyaset bilimcilerin önerdiği “modern siyaset medya siyasetidir” önerisini Türkiye’de en önce anlamış siyasetçilerden biri olduğunu söylersek yanlış olmaz). O nedenle de iktidara geldiği günden itibaren kendisine yakın işadamlarıyla “havuz”lar kurup sermayeleri birleştirip neredeyse bütün medyayı kontrol altına aldı. Bugün itibariyle medya, “neredeyse” demeyi de gereksiz kılacak biçimde tümüyle onun kontrolü altında.
Kaldı ki Erdoğan’ın, medyanın “dördüncü kuvvet” olarak işlev gördüğü zamanlar, kendi iktidarından önceki zamanlar olduğuna göre, aynı cümleden şunu da anlayabiliriz: “Artık o dönem bitti ve medya artık dördüncü kuvvet falan da değil”. Bu aslında kendisinin demokrasiye pek aldırmadığının ve medyanın da kendi kontrolünde olduğunun bir itirafı değil mi?
Zaten yukarıda Cumhurbaşkanı’nın durursa düşeceğini bildiğinden söz etmiştik. İşte medyanın bu tekelleşmiş ve onun tarafından kontrol ediliyor olma hali de bununla ilişkili. Seçim kazanmak için belirli bir halk desteğine sahip olma zorunluluğu, Cumhurbaşkanı ve AKP tarafından medyanın kontrol edilmesiyle mümkün. Bir başka biçimde söyleyecek olursak sürekli seçim atmosferi ve medya kontrolü AKP’nin seçim kazanmak için gerekli bir seçmen desteğini sağlıyor. Kazanmanın da formülü bu.
Bu söylediklerim ışığında söyleyecek olursak gelmekte olan yerel seçimlerin AKP tarafından kazanılma olasılığı az değil. Çünkü dediğim gibi medyanın kontrolü her daim Erdoğan ve arkadaşlarının medya aracılığıyla insanların evlerine kadar girebilmeyi mümkün kılarken muhalefetin sesinin de hiç duyulmayacağı bir seçim atmosferi yaratıyor. O nedenle de bence muhalefet medya imkanlarını nasıl yaratır ve nasıl insanların evlerine girmeyi başarır bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa bu seçim öncekinin türevi bir seçimdir ve öncekinden de daha hayatidir. Bu nedenle de muhalif herkesin aklını ve vicdanını başına ve gönlüne toplayıp gerçek bir özgürlük bloğu oluşturması gerekiyor. Eğer medyanın imkanlarıyla insanların evlerine giremiyorsak, o zaman insanların evlerine bizzat gidip onları yaklaşmakta olan felaket karşısında uyarmamız gerekiyor.
Önümüzdeki görev bence bu.