Tek adam rejimi, “tek adam”ın uğradığı 31 Mart 2024 bozgunundan sonra da hiçbir şey olmamışçasına sürüp gidebilir mi?
Eğer “tarih tekerrürden ibaret” olur ise, ne yazık ki, evet, sürüp gidebilir.
Erdoğan’ın dünkü AKP grup toplantısında ve bir gece önce Kabine Toplantısı sonrasındaki basın açıklamasında esip gürlemesi bu “tekerrür”ün kaçınılmazlığına beslediği güvenden…
Erdoğan, 14-28 Mayıs/31 Mart 2024 genel ve yerel seçimler tablosunun, neredeyse bir “dejavü” gibi 24 Haziran 2018/31 Mart-23 Haziran 2019 genel ve yerel seçimler tablosunun tekrarı olduğunu hiç aklından çıkarmıyor. AKP/Cumhur ittifakının 2018 genel seçimlerindeki “ezici” denilen “zaferi” bir yıl içinde Kürdistan ve metropollerde bir bozguna dönüşürken tek ayağı üzerinde kalakalan “tek adam” rejimini yeniden 14-28 Mayıs 2023 “zaferi”ne nasıl taşıdığını rakipleri unutsa da, o unutmuyor.
Erdoğan’ın tılsımı, kendisini hiçbir yasa ile bağlamazken, rakiplerinin siyasal mücadelenin toplumsal mücadelelerden yangın duvarlarıyla ayrıldığı diktatörlük parlamentosuna kendilerini gönül rızalarıyla hapsetmelerini güvenceye alabilmesinde. Erdoğan’ın 2018 ve 2023 genel seçim “zaferlerinin” de, 2019 ve 2023 yerel yönetim “bozgunlarının” da açıklaması, esasen toplumsal olan ile siyasal olan ve merkez ile yerel arasındaki gerilimlerin nasıl yönetildiğinde ya da yönetilip yönetilemediğinde saklı. Her iki deneyimin de açıkça gösterdiği gibi Erdoğan’ın “aşil topuğu”, toplumsal olanın siyasallaşması. Erdoğan, 2009’dan bu yana Kürtlerin ve kent yoksullarının toplumsal-tarihsel taleplerinin belirleyeni olduğu, toplumsal olanının siyasallaşarak kendini açığa vurduğu metropoller ve Kürdistan’daki bütün “barışçıl” ve “demokratik” mücadeleleri kaybederken, 7 Haziran 2015 dışındaki bütün politik mücadeleleri “kazandığını” artık ezbere biliyor. Bugün ona yol gösteren, sanki 31 Mart yerel seçimlerini o değil de muhalefet kaybetmişçesine yüksekten atmasına yol açan, bir kere rakiplerini mevcut siyasal kurguya hapsedebilirse bu zeminin eninde sonunda istatistik olarak onun zarlarının düşeş gelmesine neden olacağına dair bilgisi.
Erdoğan’ın önceki günkü Kabine Toplantısı sonrasında “14-28 Mayıs seçimleriyle de parlamenter sisteme geri dönüş tartışmaları bir daha açılmamak üzere yine milletimiz tarafından kapatılmıştır. Siyaset kurumunun eskiye dönüş tartışmalarıyla vakit kaybetmek yerine, mevcut sistemin daha da iyileştirilmesine mesai harcamasının Türkiye için çok daha faydalı olacağına inanıyorum. Böyle bir adım atılması halinde uygulamadaki 6 yıllık tecrübeler ışığında biz de bu sürece gerekli katkıyı sunmaktan memnuniyet duyarız” derken, muhalefeti diktatörlüğün siyasal parametrelerine teslim olmaya davetten başka bir şey yapıyor değildi.
Oysa, Erdoğan’ın 2019 ve 2024 yerel seçimlerinde uğradığı bozgunlar bunun tam tersinin gerçekleşmesiyle mümkün olabilmişti. Erdoğan’ın her bozgunu, HDP’nin siyasetin hesabını diktatörlük parlamentosu aritmetiğinin, yerleşik politika kalıplarının ötesine, “toplumsal olanın politikleştirilmesi” çerçevesine taşımayı düşünme kapasitesinin ve düşündüğünü uygulama kabiliyetinin eseriydi.
HDP’nin, siyasetin hesabını aritmetikten cebire yükselterek, 2019 yerel seçimlerinde “faşizmin kurumsallaşmasını durdurma” stratejisi kapsamında metropollerde AKP’nin yerel dayanaklarını çökertmeye, Kürdistan’da gasp edilmiş yerel yönetimleri kayyımlardan özgürleştirmeye dayalı taktiği bir anda hiç yıkılmazmış gibi görünen “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin kırılganlığını ve dengesizliğini böylece aşikâr edivermişti.
Bir anda İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Antalya, Hatay, Eskişehir, Diyarbakır, Van, Mardin’de yerel yönetimler ve onların kontrol edebildiği maddi ve kurumsal kaynaklar rejimin elinden çıkınca, Başkanlık rejiminin alternatifi de kendiliğinden uç verdi. “Çöktürme harekatı”nın yol açtığı yıkıntıların altından demokratik özerk yerel yönetimlere dayalı, demokratik ve sosyal cumhuriyet hedefi kendiliğinden parıldayıverdi.
HDP siyaseti, 2019’da Başkanlık rejiminin iğdiş edilmiş parlamentosunun dışına, yerellere, toplumun nefes alıp verdiği sosyal mekanlara, bire bir ilişkilerin alanına, rejimin siyaset kontrolü ve mühendisliğinde yeterince güçlü olmadığı eksenlere taşıdığı ölçüde, oyunun kurallarını AKP’nin belirlemekte zorlandığı yeni bir cephe açmanın mümkün olduğunu pratikte bir kez daha doğrulamıştı.
Ne yazık ki, yalnızca kendisinden kaynaklanmayan nedenlerle HDP, mücadeleyi bu yeni siyaset cephesine taşımakta, cepheyi açtığı ölçüde etkili ve başarılı olamadı. Kürdistan’da birbirini izleyen kayyım darbeleri, HDP’nin meşru zeminlerini havaya uçururken, metropollerdeki CHP belediyelerinin de geri çekilmesine, yerel yönetimlerin yeni siyasal zeminler olarak yeniden inşası eğilimlerinin budanmasına neden olurken, siyaseti yeniden iktidarsız parlamentoya tıkadı.
2019 yerel seçimleri sonuçlarının siyaset hesabında parlamento ve başkanlık zeminlerindeki kuvvet dengesini sarsmasına karşın, ana muhalefet partisi, ortaya çıkan yeni kuvvet dengesine göre siyaseti parlamento dışından kuşatmayı gerektiren konvansiyonel olmayan mücadele yöntemlerini gündeme getirmekten bile uzak durunca, “tek çiçekle yaz gelmedi.”
Erdoğan’ın önceki gün Kabine Toplantısı sonrasında, dün AKP Grup Toplantısında ortaya koyduğu tutum, özellikle 2018-2023 arası dönemde, özellikle CHP muhalefetinin takip ettiği politik mücadele mantığının çözümlenmesine dayanıyor. Erdoğan, CHP’nin, siyaseti genel hatlarıyla yaygın ve geniş muhalefetin asıl güç kaynağı olan parlamento dışı, toplumsal muhalefet dinamiklerinin etkinliğine dayalı, AKP’nin yapısal ve sınıfsal nedenlerle muhalefetle bire bir rekabette başarısızlığa mahkûm olduğu zeminlere taşıyamayacağına güveniyor.
Şimdi muhalefetin yanıt bulması gereken kritik soru şudur: Erdoğan’ın kurduğu politik denklemi kabul mu edecek yoksa kendi toplumsal denklemini politika düzlemine mi taşıyacaktır?
İlk ve en basit ifadesiyle, CHP -ve elbette DEM Parti de- Türkiye’deki politik güç dağılımının 31 Mart 2024’te ortaya çıkan yeni politik güç dengesine göre yeniden tanzim edilmesi için aşağıdan siyaset zeminlerine yüklenerek rejimi kuşatmaya mı girişecekler, yoksa parlamentoya hapsedilerek, 31 Mart 2019’da olduğu gibi rejimin yerel yönetimler dahil kendilerini kuşatmasına izin mi vereceklerdir?
Erdoğan’ın ümidi tarihin tekerrür etmesindedir. Ancak, onu 31 Mart’ta yenen akıl, bu kez politik kurumlardan değil, aşağıdan politikleşmiş toplumsal kuvvetlerden doğdu. Siyaset ne derse desin, artık siyasetin anahtarı toplumun elinde.