Emniyet Genel Müdürlüğü’nün “cep telefonu ile görüntü alma yasağı” değişik açılardan ve elbette büyük bir tepkiyle yorumlandı. Haklılar…
Sonuçta polisin biri İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için sokağa çıkan kadının gırtlağını var güçle sıkıyor ya da Kurkut elinde pet şişeyle, üstü çıplak yani “bombasız” koşarken, arkadan bir polis onu nişan alarak tabancayla öldürüyor ya da yine bir gösteride polisin biri gözaltına alıp polis aracına bindirirken, gösterici kadının apış arasını avuçluyor; ya da insanlar ibadet ederken polis camiyi basıyor, postallarıyla namaz kılınan halıları çiğniyor ve cemaatin gözüne caminin içinde gaz sıkıyor; vatandaşın ya da gazetecinin biri de bunları cep telefonuyla ya da kamerayla görüntülüyor. Yani “suçun işlendiğine dair polisin ve savcının yapması gereken bir iş yaparak” yargıya “delil” sunuyor.
Soylu ne yapıyor? Suç delillerinin toplanmasını önleyecek bir genelge yayınlıyor. “Potansiyel suç delillerini ortadan kaldırma suçu” işliyor. Bunu da “özel hayatın dokunulmazlığına” dair kanuna dayandırıyor. Oysa polis, jandarma ya da asker gösteriyi bastırırken “özel hayatını” yaşamıyor. Devlet adına görev yaparken suç işliyor. Telefon kamerası da “suçluyu” görüntülüyor. Sanırsın ki vatandaş polisi hacet yaparken görüntülemiş.
Devletin her yüz metreye bir mobese kamerası yerleştirdiği, günlük hayatımızda, yani “özel hayatımızda” kimseye göstermek istemediğimiz görüntüleri “mobese merkezlerinde” bir alay emniyetçinin kolektif olarak seyrettiği, siyasilerin ya da “şüphelilerin” yatak odalarına “böcek” döşediği, yeri geldiğinde bunları servis ettiği bir ülkede yaşıyoruz. Muhaberat devleti haline gelen bu devlete karşı vatandaşın cep telefonuyla suçluyu görüntülemesi bir “anti-faşist öz savunmadır.”
Her neyse. Abuk sabukluk meydanda.
Meydanda ama, Erdoğan rejiminin bu akıl almaz genelgesini nasıl yorumlamalıyız?
Deniyor ki, “rejim sokağa çıkan insanlara daha fazla şiddet uygulayacak, onun için bu genelgeyi yayınladı.” “Daha fazla şiddet” nasıl olur, bunu tartışmayacağım. Ama ben genelgeyi başka bir açıdan yorumluyorum:
Soylu ve adamları muhalefetin sokağa çıkmasını önlemek için, bugüne kadar “başarıyla” uyguladıkları şiddete devam etmek zorundalar. Bugüne kadar “cezasızlık” uygulamasına güvenerek, bu şiddeti milletin, basının, vatandaş telefonlarının gözü önünde pervasızca uygularken, şimdi neden uyguladıkları şiddetin delillendirilmesini can havliyle, ipe sapa gelmez bir yasakla önlemeye çalışıyorlar?
Çünkü artık rejimin sona yaklaştığının farkındalar. Daha fazla suç delili vermek istemiyorlar. “Ez, parala, vur” emri alan polis, “bunlar gidici, kabak benim başıma patlayacak” korkusuna kapıldı. “Tepedekiler yakayı kurtarır, ben kurtaramam” demeye başladı. Şimdilik “cezasızlık” uygulamasına güvenen polis, yarın “cezalandırılma” kaygısıyla kıvranıyor. Bu korku zirve yaptığında, rejim polisin kendi içinde ayrışacağını görüyor. İçerideki militan “Bozkurtlar” ve DAİŞ’den devşirilmiş olanlar dışında, karakolun kapısını “ekmek kapısı” diye çalmış olanlar bir süre sonra verilen emirleri yerine getirmez olabilirler. Daha şimdiden “Emir veriyorsun, kafasını kırıyoruz, ama vatandaş kafasını kırdığımızı görüntülüyor, yarın paçamızı nasıl kurtaracağız” diye soruyor.
İşte “genelge” bu çözülmeyi önlemek, ne kadar ömrü kaldıysa, son güne kadar sokağı bastırmaktan başka çaresi olmayan rejimi devam ettirmek için bulunan son çaredir.
Rejim sokaktan korkuyor ve elindeki polise bile güvenemiyor. Onları “suç işlemekten ve yarın cezalandırılmaktan korkmayın, işlediğiniz suçların delillerini, vatandaşın ve gazetecinin cep telefonunu ayaklarımızın altında ezerek, ortadan kaldıracağız” diyerek yüreklendiriyor. Halkı da, “sokağa çıkmayı kafanızdan silin, yoksa delilsiz, görüntüsüz kimvurduya gidersiniz” diye korkutuyor.
Hay Allah. Bir de şu var:
Kılıçdaroğu, “Erdoğan bizi sokağa çıkmaya zorluyor, herkes kafasından sokağa çıkma fikrini silsin, seçim gelecek, faşizm bitecek” gibi bir şeyler dedi.
Al sana bir de “muhalif genelge, buradan yak” diyesim geliyor.
Sokağa çıkma anayasal bir haktır, sandığa gitmek de anayasal bir haktır.
Yarın Kılıçdaroğlu, “Erdoğan bizi sandığa gitmeye zorluyor, sandığa gitme fikrini kafanızdan silin” dese, şu ettiği laf kadar komiklik yapmış olurdu.
Erdoğan seni sokağa çıkmaya değil, TBMM’de uslu uslu oturmaya zorluyor; “TBMM’de oturma fikrini aklınızdan çıkarın.”