Türkiye Başur’daki çatışmaları yeni bir boyuta çekmeye çalışıyor. Özellikle PDK’yi dahil ederek Kürtler arası krizi körüklüyor. Yanı sıra Libya ve Suriye’de elinin altındaki çete gruplarını ve korucuları da daha aktif bir biçimde kullanarak bölgenin demografik ve ekonomik yapısına müdahale etmek istiyor.
Bilindiği üzere profesyonel askeri güçler, istihbarat ağı, yoğun teknoloji, kara ve hava operasyonları devlet için tatmin edici sonuç getirmedi. Zaten hükümetin, medyanın, istihbari ve askeri psikolojilerine de yansımaktadır. Çünkü plana göre PKK birimleri çoktan imha edilmeli, hedeflenen noktalara yerleşilmeliydi. Hakeza PKK’lilerin hareket ve üslenme kabiliyeti, organizasyon ağı, lojistik kaynakları, iletişim, planlama ve yönetim yapısı çökertilecek, sağ kalanlarının ise uzak bölgelere çekilip, çözülmesi, dağılma ve teslimiyet sürecine girmesi öngörülüyordu.
Bu operasyon sosyal, siyasal ve ekonomik boyutları da sürece dahil edilerek bütünlüklü bir projeye dönüştürülmüştü. Örneğin PKK ile kaynaşmış halkın yaşam alanlarının sınırlandırılması, göçertilmesi, bu bağlamda kendilerini savunacağına inandıkları PKK’nin prestijinin çökmesi, KDP’ye mecbur kalınması; bunun yaratacağı demoralizasyonla Başur başta olmak üzere tüm Kürtlerin gözünde yenilgi, yalnızlaşma ve izolasyonun gerçekleşmesi umuluyordu. PKK’nin manevi değerinin olmadığı bir ortamda Rojava’da oluşan özgür irade başta olmak üzere her parçada Kürtlerin umutlarını yitireceği, parçalara bölüneceği, farklı devletlere, örgütlere, yapılara maşa olan bağımlı, çatışan ve istikrarsızlık içinde zamanla eriyen bir süreç öngörülüyordu.
Büyük bir bütçe de hazırlandı. Hem askerleri teşvik amaçlı, hem yerel işbirlikçileri, paramiliter güçleri finanse edecek, hem de bu operasyon kapsamında kullanılacak personel, lojistik ve silah donanımı hem saldırı bölgesinde hem de kumanda ve üs bölgelerinde yeniden organize edildi. Propaganda ve medya ayağı sayesinde propaganda aygıtları da çalıştırıldı. Özellikle Savunma Bakanı Hulusi Akar ve kurmay heyetin çeşitli üsleri ziyareti, konuşmaları ve iddialı söylemleri vardı. Beklenen sonuçlar alınsaydı Erdoğan üzerinden de siyasi ranta dönüştürülecekti.
Bütün müdahalelere rağmen, PKK hiçbir alandan çekilmiş değil. Aksine iki taraf da iç içe geçmiş durumda ve bu PKK’ye moral ve üstünlük veriyor. Çünkü TSK’nin gücünün sınırlarını gördü ve sökmeye yetmediğini anladı. Öte taraftan köylüler de öyle panik yapıp, alanı boşaltmadı. Aksine giderek tepkilerini arttırmakta, PKK’nin direnişi sevgi ve hayranlık uyandırmakta, kentlerde de tartışmaların ana gündemi olmakta ve halk arasında Türkiye’nin işgalci imajı yayılmakta, artık sokaklara yansıyan protestolarda artışlar görülmektedir.
Direniş PKK’nin askeri imajını arttırdığı gibi politik etkisini de genişletiyor, katılımlarda artış yanı sıra paradigması, güncel ve stratejik söylemleri daha dinlenir oldu. Zaten çatışmaların dengelenmesi ve rutine dönüşmesi dahi Türk genelkurmayı ve politikası için yenilgidir. İç ve dış siyas aktörlerin değerlendirmeleri bu yöndedir. Oluşan yeni durumdan dolayı Türkiye ve PKK ile ilişkilerini gözden geçiriyorlar ve bu çok da PKK’nin aleyhine olmaz gibi görülüyor.
Devlet açısından sıkıntılı sürece müdahale Erdoğan’dan geldi. Maxmur’u hedef tahtasına koyması, ardından eş zamanlı olarak KDP’ye bağlı birliklerin alanlara girmeye çalışması ve Maxmur’un bombalanması bu anlama gelmektedir. Bundan umulan KDP-PKK çatışması yaratıp Kürtleri kendi içinde tüketmektir. Öyle anlaşılıyor ki ciddi bir kamuoyu ve politik baskı olmazsa devlet askeri yolla bu süreci zorlayacaktır.