Ali Sinemilli
Unutmayalım ki, halkın devrimci zorunu görmeden faşist yönetimlerin kendiliğinden iktidarı devretmelerine tarih tanık değildir. Bilhassa Türkiye’deki iktidar gibi suça bulaşanların, yargılanma korkusu yaşayanların böylesi bir adım atmayacakları geçmiş deneyimler ile sabittir
Öncesinde Ayhan Bilgen’in ardından ise Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun yargılandıkları davalarda tahliye edilmeleri, belli bir tartışma başlatmış görünüyor. Kuşkusuz, bu durumu objektif olarak değerlendirip yorum yapanlar var fakat tahliyeleri özellikle iktidarın atmış olduğu bir adım olarak lanse etmek isteyenler de az değil. Bilhassa! İktidar kanadından bir kısım yazar çizerin bu tahliyeleri olduğundan farklı gösterip AKP-MHP yönetiminin yumuşama işaretleri olarak yansıtmak istedikleri açık. Elbette bu algıyı oluşturmak isteyenlerin destek aldığı bir diğer gelişme, Erdoğan’ın Diyarbakır konuşması oluyor. Var olan tahliyeler ve ardından yapılan ‘çözüm süreci’ açıklaması yan yana getirilip ‘yeni bir dönem’ mesajı verilmeye, bu sayede toplumun iktidar ile kopan bağları onarılmaya çalışılıyor. Diyarbakır’dan sonra Erzurum’da da Erdoğan’ın benzer açıklamalar yapması bu gündemin daha çok ısıtılacağını ve burası üzerinden belli hesapların yapıldığını gösteriyor.
Hiç kuşku yok ki, Erdoğan ne yeni bir süreç başlatacak takate sahip ne de buna niyeti var. Hal böyleyken bu açıklamalar, yapılan tahliyeler de neyin nesi, amaç ne? Topluma ne söylenmek, nasıl bir algı yaratılmak isteniyor? Soruları doğal olarak soruluyor ve yanıtlar aranıyor.
Açık ki, Erdoğan da yanındakiler de gidişatın iyi olmadığını görüyor ve tedbir alma ihtiyacı hissediyor. Bu tedbir siyaseti, bir yandan yumuşak bir görüntü verip, var olan sorunları çözme iddiası olurken diğer yandan dizginleri elde tutma temelindeki OHAL yasası oluyor. Biliniyor, OHAL yasası üç yıllığına daha uzatıldı. Demek oluyor ki, en az üç yıl daha ülke sıkıyönetim rejimi ile idare edilecek, ayrı, aykırı seslere izin verilmeyecek. Yani bir yandan topluma yumuşak bir yüz gösterilmeye çalışılacak fakat esas olarak da katıksız bir zor politikası devrede olmaya devam edecek.
Bu nasıl yapılacak, nasıl başarılacak dememek lazım. Niyetin bu olduğu, iktidarı elinde bulunduranların buna inandığı ve bizi de inandırmak istedikleri aşikâr. Bilindiği üzere bir süredir ülkede hukuk sisteminin çöküşü tartışılıyor. Sağ’dan Sol’dan hemen herkes bu konuyu değerlendiriyor ve ‘Türkiye’de hukuk rafa kaldırıldı, göstermelik de olsa hukuk kalmadı’ deniliyor. Dikkat edilirse, Erdoğan’ın tekrardan yönünü çevirdiği ABD ve AB de sık sık Türkiye’ye yönelik hukuk uyarısında bulunuyor ve bu konuda düzeltme istiyor. ABD Dışişleri Bakanlığı 18 Mart’taki açıklamasında HDP’ye yönelik kapatma davası ile Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesine atıfta bulunarak ‘Türk demokrasisinin altını oymak’ değerlendirmesinde bulundu. Şüphesiz, bu açıklamaları kamuoyu kadar iktidar çevreleri de görüyor ve buna göre pozisyon almak istiyor. Görülüyor ki, Erdoğan içeride yaşadığı meşruiyet kaybının benzerini dışarıda da yaşıyor ve bunu aşmak için muazzam çaba harcıyor.
İşte! Gelişen tahliyeler ve yapılan açıklamalar bu zeminde hayat buluyor. Bilgen ve Gergerlioğlu üzerinden ‘Türkiye’de mahkemeler var, hukuk sistemi işliyor’ denilirken ‘çözüm süreci’ açıklamaları üzerinden de ‘Bana destek verin, 20 yılda yapamadığımı bundan sonra yapacak, sorunları çözeceğim’ algısı yaratılmak isteniyor.
Elbette! Erdoğan böyle söylüyor diye hemen herkes arkasında sıraya girmiyor. Erdoğan’ı da AKP-MHP iktidarını da artık bu halk tanıyor, tanıdığı için de mesafeli duruyor. Fakat halk bunları tanıdı, gerçek yüzlerini gördü diye iktidardakilerin hemen geri adım atmasını, pes etmesini beklemek de büyük bir saflık olur. Zaten günlük olarak tanık olduklarımız da bize, böylesi bir saflığın ne yeri ne de zamanıdır diyor. Dikkat edilirse, iktidar çevreleri için her şey yolunda! Onlara göre, ülke hiç olmadığı kadar güçlü ve dünyanın belli başlı devletleri ile yarışır durumda. Açık ki, içeride oluşturulan sıkıyönetim rejimi, baskı ve zor politikaları hayatın doğallığı olarak sunulmak istenmekte, iktidar karşıtlığı ülke karşıtlığı olarak gösterilip ezilmeye çalışılmaktadır.
Bu nedenle, her zamankinden daha fazla uyanık olmak, oluşturulmak istenen kafa karışıklığına izin vermeden, yapılan dezenformasyona kanmadan iktidarın yaşadığı çöküş halini görmek ve gerekli karşı mücadeleyi örmek hayati bir önem taşıyor.
Unutmayalım ki, halkın devrimci zorunu görmeden faşist yönetimlerin kendiliğinden iktidarı devretmelerine tarih tanık değildir. Bilhassa Türkiye’deki iktidar gibi suça bulaşanların, yargılanma korkusu yaşayanların böylesi bir adım atmayacakları geçmiş deneyimler ile sabittir. Fakat her faşist iktidar gibi AKP-MHP iktidarı da halkın devrimci zorunu gördüğünde en hızlı şekilde dağılacak ve yıkılmayla yüz yüze gelecektir. Yeter ki, bu devrimci irade açığa çıksın, halk meydanlarda sözünü daha gür bir şekilde söyler hale gelsin.
DÜZELTME VE ÖZÜR
Gazetemizin dünkü baskısının 12. sayfasında, Ehmed Pelda’nın bir gün önceki “Ortadoğu suya hasret” başlıklı yazısı, Ali Sinemilli imzasıyla çıkmıştır. Bu önemli hatadan ötürü okuyucularımızdan ve Sayın Sinemilli’den özür diliyor ve yazısını bugün yayınlıyoruz.