Barış ortamı AKP’nin oksijenini kesiyor. Oysa biz iktidara gelince, bütün bölge halkları ve devletleriyle diyaloğa dayalı barışçıl bir ilişki başlatacağız. Mezhepçi, milliyetçi, müdahaleci dış politika çizgisini tümden değiştireceğiz
Pazartesi Röportajı-Emre Tansu Keten
Seçimlere bir aydan az bir zaman kala, Erdoğan devletin bütün imkânlarını seferber eder, B ve C planlarından bahsederken, Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan Demirtaş ise, oldukça sınırlı olanaklarıyla seçimlere hazırlanıyor. Cezaevinden avukatları aracılığıyla gönderdiği mesajları ve tweetleriyle kamuoyuna ulaşan Demirtaş, kendisi adına seçim çalışmalarını yürüten milyonlara, özellikle gençlere ve kadınlara güvendiğini belirtiyor. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yapılan tahliye talebinin, mahkemenin bir üyesinin ayrıntılı karşı oyuna rağmen reddedilmesini, “Ben siyasi bir rehineyim ve serbest kalmam da hukuki değil, siyasi gelişmelere bağlıdır” şeklinde değerlendiren Demirtaş’ın, HDP yöneticileriyle de görüşmesi engelleniyor. Böylesi olumsuz koşullarda dahi seçime rengini verecek derecede heyecan yaratmayı başaran Demirtaş, avukatları aracılığıyla gönderdiğimiz soruları Yeni Yaşam okurları için yanıtladı.
Adaylığınız açıklandığı dönemde, “neyine güveniyor da cezaevinden aday oluyor” diyenlerden bahsetmiştiniz. Böyle zorlu bir mücadelede nelere güveniyorsunuz?
Sadece ve sadece halka güveniyorum. Özellikle gençlere ve kadınlara. Bizim tabanımız politik ve örgütlüdür. Benim ne için mücadele ettiğimi de, benim için veya HDP için çalışmanın, aslında kendileri için çalışmak olduğunu da çok iyi biliyorlar. Bu kadar fedakâr, emektar ve vefalı bir halkın siyasi öncülerinden biri olarak kendimi çaresiz değil, şanslı ve onore edilmiş hissediyorum doğal olarak. Bu yönüyle, diğer adaylara nazaran avantajlı olduğumu söyleyebilirim.
Siz tutsaklık koşulları altındayken, diğer adaylar kendi tarzlarınca yoğun bir şekilde seçim çalışmalarını yürütüyorlar. Bu adaletsizliğin üstesinden gelebilmek adına neler yapıyorsunuz?
Benim durumum tam bir siyasi rehinelik durumudur. Buradan kampanya yürütüyormuş gibi davranıp, bu adaletsizliği meşrulaştırmak doğru değil. Ben kampanya falan yürütmüyorum. Buna izin verilmiyor. Benim adıma bizzat gençlerin ve kadınların öncülüğünde bir halk kampanyası yürütülüyor. Bir yanda devletin tüm imkânlarını kullanan bir aday, diğer yanda F tipi bir hücrede ben; kıyaslama yapmak bile mümkün değil. Sadece avukatlarım aracılığıyla, küçük mesajlarla seçmenlere birkaç cümle de olsa bir şeyler ulaştırmaya çalışıyorum, hepsi bu kadar. Gerisi halkımıza emanet artık.
Sizce Erdoğan ve AKP, seçim yarışındaki bu adaletsizliği arttırmak için ellerindeki gücü nereye kadar zorlayabilir?
Güçlerini maksimuma yakın kullanıyorlar zaten. Bunun ötesi yok artık. Ellerinde ne varsa önceki seçimlerde yaptıkları gibi, sahaya sürüyorlar işte. Yine de çaresizler, panik halindeler. Bir türlü motive olamıyor, gündem yaratamıyorlar. Benim buradan attırdığım bir tweet bile onların tüm TV’lerde yayınlanan mitinglerinden daha etkili olabiliyor. Çünkü toplum AKP’den bıktı usandı artık.
Erdoğan’ın Türkiye halklarına vaat edebileceği bir şey var mı?
Olsaydı manifestosunu açıkladığında duyardık sanırım. İflas etmiş tüccardan farkı kalmadı artık.
Sizce 24 Haziran seçimleri, Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısında taşları yerine oturtabilecek bir dönüm noktası olabilir mi? 16 yılda yaratılan tahribat ortadan kaldırılabilir mi?
16 yılın tahribatını bir-iki ayda silmek kolay olmayacak. Ama AKP iktidarı sonrasında oluşacak umut ve yenilenme heyecanı, birçok sorunun çözümünü kolaylaştıracaktır. Yaraları sarmak için elimizden geleni hızla yaparız tabii ki. İktidara gelirsek ilk yılda temel sorun alanlarının birçoğunda ciddi mesafe kat edebileceğimizi düşünüyorum. Özellikle OHAL’in hemen kaldırılması, haksız sonuçlarının tümünün telafisi, Kürt sorunu, AB süreci, ekonomide iyileşme, işsizliğin ve enflasyonun düşürülmesi, basın özgürlüğü, adil bir yargının inşası gibi konularda, 1 yılda ciddi bir çözüm noktasına gelmiş oluruz.
Millet İttifakı adı altında bir araya gelen partilerin, Erdoğan sonrası bir Türkiye’de siyasal ve toplumsal bir mutabakatı yaratabileceklerini, tahribatı ortadan kaldırabilecek ortak bir iradeyi oluşturabileceklerini düşünüyor musunuz? HDP’nin ittifak dışında bırakılması bize bu konuda ne söylüyor?
HDP’siz yeni bir Türkiye inşası mümkün değil. Sanırım Millet İttifakı da bunu görüyor. Bizim ittifak dışında kalmamız durumu değiştirmez. Aksini kim düşünürse seçimi de kaybeder geleceği de. HDP yeni oluşacak iktidarın şu veya bu düzeyde içinde olmadan, yeni bir demokrasi kurulamaz. Sosyolojiye de siyasete de matematiğe de aykırı olur yoksa.
1 Kasım seçimlerinden itibaren HDP’yi meşru alanın (çoğunlukla yasal alanın da) dışına itmek için yoğun bir çaba harcandı. Ancak sizin adaylığınızın açıklanması ile birlikte başlayan seçim çalışmaları HDP’nin bu girişimleri tersine çevirdiğini gösteriyor. İktidar ortakları amaçlarına ulaşamadı diyebilir miyiz?
Biz tutuklandığımızda, birçok çevre “HDP artık bitti” dedi. Bizi adeta diri diri bir mezara koyup üstümüze bolca toprak attıktan sonra, “Bir daha da HDP’yi kimse diriltemez” dediler. Ama emin olun ki biz bu mezarın içinden halkımızın sesini, desteğini hep duyduk. Yenilgiyi asla kabul etmedik. Üstümüzdeki toprağı tırnaklarımızla kazıyıp, mezardan çıkmayı başardık. Bunu yapabildik, çünkü yanımızda kahraman bir halk vardı. Mezarımızın başında bizi beklediklerini, ölmediğimizi bildiklerinden emindik. Şimdi mezar kazıcılarımız şoktalar, hortlak görmüşe döndüler. Bir de, mezarımızın başında sahte gözyaşı döken bazı sahte dostlarımız da şaşkınlık yaşıyorlar. Bir halkı mezara gömmek öyle kolay değil, hele hele canıyla, dişiyle direnen bir halkı. İnanmayan İmralı’ya baksın, en büyük direniş orada halen. Üstümüzdeki toprağı tırnaklarımızla kazıyıp, mezardan çıkmayı başardık. Çünkü yanımızda kahraman bir halk vardı.
Ahmet Şık, Veli Saçılık, Erol Katırcıoğlu, Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi isimler HDP’den milletvekili adayı oldu. Zor bir dönemde, çeşitli bedeller ödemiş böylesi isimlerin bu göreve talip olmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Anlamlı ve değerli bir duruştur. HDP, bugün artık tüm ezilenlerin ortak mücadele örgütü haline gelmeyi başarmıştır. Ana akım bir siyasi çizgi olarak Türkiye siyasetine, tırnaklarıyla direne direne tutunmayı başarmıştır. Bu son katılımlar hem HDP’ye güç vermiş hem de katılanlar HDP’nin örgütlü yapısından güç almıştır. Tüm adaylara başarılar diliyorum.
Erdoğan seçim manifestosunda özetle yerli silah üretimine devam edeceklerini belirterek “Afrin gibi operasyonları” da sürdüreceklerini vaat etti. Suriye’de yıllardır süren bir savaş var ve AKP’nin dış politikası bu savaşı olumsuz şekilde etkiledi. Seçildiğinizde nasıl bir dış politika yürütmeyi düşünüyorsunuz?
AKP kendini, içerde ve dışarda savaşla var etmek dışında bir seçeneğe sahip değil. Gerilim ve çatışmadan beslenen bir politika yürütüyorlar. Barış ortamı AKP’nin oksijenini kesiyor. Oysa biz iktidara gelince, bütün bölge halkları ve devletleriyle diyaloğa dayalı barışçıl bir ilişki başlatacağız. Mezhepçi, milliyetçi, müdahaleci dış politika çizgisini tümden değiştireceğiz. Neo-Osmanlıcılık gibi alt emperyal heveslerle kırılıp dökülen bütün bölge politikalarını eşitler arası hukukla onaracağız. Suriye ve Irak’ın kendi halklarıyla barışçıl, demokratik çözümlere gitmeleri için kolaylaştırıcı olacağız. İlle de bir taraf tutacaksak zalimden yana değil, ayrım gözetmeksizin ezilen bütün halklardan yana taraf olacağız.
Malvarlığınızı açıkladınız ve yüzlerce kitabınızı buna dâhil ettiniz. Bu aralar neler okuyorsunuz?
İbn-i Haldun’un “Mukaddime” adlı eseri var elimde.
Tahliye talebiniz reddedildi. Sahte delillere ve gizli tanığın aslında var olmadığının ortaya çıkmasına rağmen tutukluluğun devamı kararı verildi. Bu kararı ve gerekçeli kararda yer alan muhalefet şerhini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Keşke tutuklu olsaydım. Şimdiye kadar çoktan tahliye olmuştum. Ben siyasi bir rehineyim ve serbest kalmam da hukuki değil, siyasi gelişmelere bağlıdır. Ama son mahkeme kararında yer alan tahliye yönündeki çok uzun muhalefet gerekçesi de önemlidir. Siyasal gelişmeler, hukuk alanında hemen etkisini göstermeye başladı demek ki Çaresizler. Buradan attırdığım bir tweet bile onların mitinglerinden daha etkili. Çünkü toplum AKP’den bıktı usandı
Ekonomik krizin sorumlusu iktidar
Ekonomik kötüye gidiş, muhaliflerin de, iktidarın da sıklıkla üzerinde durduğu bir konu. Bu tablonun ortaya çıkmasında karar alıcıların nasıl bir rolü oldu? Seçimleri kazandığınızda, bu tabloyu değiştirmek için nasıl bir ekonomi programı uygulayacaksınız?
Ekonomideki krizin tek sorumlusu siyasal karar alıcılardır. Dışarıdan gelen sıcak para akışına dayalı, rantçı bir ekonomik büyümeyi hedeflediler ve bunun ceremesini şimdi bütün toplum çekiyor. Oysa yapılması gereken şey, ne pahasına olursa olsun büyümek değil, üretime dayalı kalkınmak olmalıydı. Türkiye gibi üretim potansiyeli olan bir ülkede tarım, hayvancılık, turizm, madencilik, sanayi alanlarında yerli üretimi artıracak tedbirler almak yerine, yabancı sermayeyi çekmek için sürekli faizleri artırıp rantçıları, uluslararası büyük tefecileri borsaya, bankalara çekerseniz olacağı budur sonuçta.
Bizim yapacağımız ilk şey demokrasi, adalet ve barış konularında derhal normalleşmeyi sağlamak olacak. Sonrasında tüm yatırım finansmanlarını üretime ve istihdam artırıcı projelere yönlendireceğiz. Enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için de, her şehre güneş ve rüzgâr santralleri kuracağız. Bir metrekare ekilmemiş arazi kalmayacak şekilde tüm ülkeyi seferber edeceğiz. Barışa bağlı güvenlik koşullarını yaratıp, ülkenin her yerinde turizmi canlandıracağız.