Erdoğan’ın Diyarbakır’a ziyareti Kürtlere yönelik çöktürme siyasetinin iflasıdır. Bu iflas Gare’de, Zap’ta, Avaşin’de ve Metina’da gerçekleşmiş, Diyarbakır’da yankısını bulmuştur. Ötesi teferruattır.
Bilindiği üzere bütün hesaplar Kürtleri etkisiz kılma, iradesiz bırakma, denetim altına alma ve tüketme üzerine idi. 1993’ten itibaren başlayan ateşkes hamlelerini de Oslo ve İmralı müzakere süreçlerini ve Dolmabahçe Sarayı’ndaki deklarasyonda da Kürt kentlerinde uygulanan şiddette de, kayyum darbesi, parlamenter ve siyasetçileri tutsak etme operasyonlarında da, Afrin, Serekani, Gire Spi ve Başur’a müdahale etmede de tek amaç Kürtleri çökertmekti.
Evet Kürtler büyük bedeller ödedi. Yasal alanda elde ettikleri birçok kazanımı kaptırdı. Her parçada kadını, genci, yaşlısı, sivili, askeri yaşamını yitirdi. Aileler tarumar oldu, dağıldı. Kentler, araziler, tarihi eserler, bitkiler, ağaçlar talan edildi.
Belki askeri, politik bağlamda, detaylara girilirse özgürlük hareketine dair taktik ve yöntemler bazında eleştirilebilecek hatalar da mevcuttur. Ama özünde ve stratejide kendini savunmaktan başka bir amacı söz konusu olmamıştır. Özellikle de 93’ten beri Öcalan’ın barışçıl çözüm arayışları, adeta bunu stratejik bir mücadeleye dönüştürmesi mevcut hareketin felsefesini, yaklaşımını, stratejisini açık ve net olarak gösteriyor. Eğer hala savaş aygıtı çalışıyorsa, bu özünde nefsi müdafaanın, öz savunmanın ötesinde bir durum değildir.
Ve bu müdafaa neticesinde verilen bütün bedellere rağmen devletin aralıksız sürdürdüğü çökertme planını boşa çıkardı, çökertti. Gelinen noktada Kürtlerin içinde olduğu yasal ve demokratik alanlar dimdik ayakta ve Türkiye siyasi yapılanmasında kilit roldedir. Siyasal partiler kapatılsa, seçilmişleri tutuklansa, yerel yönetimleri ilhak edilse ve abluka altına alınsa da ne onlar ne de halk iradesi zerre-i miskal geri atmamıştır.
Bütün hilelere, entrikalara, NATO’dan Rusya’ya kadar sağlanan desteklerle gerçekleştirilen devasa askeri saldırılara, ele geçirilen bazı kentler ve yaşam alanlarına rağmen TC’ye karşı Kuzey ve Doğu Suriye’de sistem kendi mekanizmalarını, toplumsal ekonomik, siyasal ve askeri yapısını korumakta, geliştirmektedir. Hakeza yerel ve uluslararası arenada da kabulü pekişmektedir.
Son olarak Akar’ın Başur’dan Irak’a, İngiltere’den Almanya’ya ve NATO’da yaptığı görüşmeler ve aldığı destek üzerine Başur’da başlatılan işgal hareketi ve örgütü çökertme girişimi de boşa çıkarılmıştır. Evet bazı tepelere yerleşme söz konusu olabilir. F-16’lar, helikopterler, İHA ve SİHA’lar, kimyasal silahlar, köpekler, korucular, çeteler sınırsızca kullanılmıştır. Ama PKK’nin direniş gücü, iradesi, altyapısı, direniş kapasitesi aksamadan devam etmektedir. Bunu en iyi bilen de Hulusi Akar’dır ve itiraf da etmiştir.
Bütün siyasi, hukuki, polisiye, askeri aygıtları tüketen Türk egemenleri son çare Kürtleri birbirine öldürtme yoluna gitmiştir. Ancak burada da hiç beklemedikleri sivil, siyasal, toplumsal direnişle karşılaşmış, çıkmaza girmişlerdir. Almanya’nın sivil direnişçilere müdahale etmesi, TC’ye açık desteği, Başur’da sivillere yönelik bazı müdahalelere rağmen uluslararası direnişçiler, Başur halkı, sanatçılar, STK’lar, siyasal partilerin büyük çoğunluğu Kürtlerin karşı karşıya gelmesine cevaz vermemiştir. En azından eş zamanlı olarak planlanan hesapları boşa çıkarmıştır.
Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti çaresizliğinin, çıkmazının dışa vurumudur. Bunu sadece seçime, siyasal iktidar taktiklerine indirgememeli. Uzun erimli devlet politikasının uygulamaları da bir partiyle özdeşleştirmemeli. Ve bu bağlamda direnişin değerini yeniden görmeli, siyaseti yeniden şekillendirip, yeni atılımlara hazırlanmalı.