Erdoğan ilk defa kaybetmiyor. Daha önce de kaybetti fakat kendisini toparlamasına fırsat verildiği için hâlâ siyaset sahnesinin temel bir aktörü olmaya devam ediyor. Hatırlayalım! 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP yüzde 40 oy almış, bu nedenle tek başına iktidar olma ayrıcalığını yitirmişti. Ardından gerçekleşen 1 Kasım seçimlerinde ise aynı AKP yüzde 49 oy alarak yeniden tek başına iktidar olmuştu. Haziran ile kasım ayları arasındaki kısa dönemde AKP’nin nasıl bir özel savaş stratejisi izlediği, ne tür hile ve oyunlara başvurduğu biliniyor. Kimi yorumlara göre TC tarihinin en karanlık süreçlerinden biri yaşandı ve nihayetinde “devlet” adına milletin iradesine el konuldu.
Bu müdahalenin son dokuz yılda nelere yol açtığı, ülkeyi nasıl bir krizin içine sürüklediği yeterince değerlendirildiği için burada teferruatlı bir tahlile ihtiyaç yok. Fakat AKP’nin MHP’yi de yanına alarak -aslında MHP’lileşerek- hareket ettiği bu dönemde başta Kürdistan coğrafyası olmak üzere Türkiye’nin geneline yayılan bir dikta rejiminin tesis edilmeye çalışıldığı, bu uğurda önemli bir mesafenin katledildiği aşikar. Gelinen aşamada Türkiye’de mevcut yasaların, verili hukukun dahi dikkate alınmadığı, tam bir tek adam rejiminin yürürlükte olduğu kesin. Dolayısıyla bugünü değerlendirirken geçmişe bakmak, oradan gerekli dersleri çıkarmak önemli oluyor.
İşte! AKP-MHP faşist iktidarı son yapılan yerel seçimlerden de büyük bir yenilgi ile çıkmış durumdadır. Normal koşullarda görece demokratik bir ülkede bu seçim sonuçlarının iktidarı götürmesi vakayı adiyedendir. Fakat Erdoğan yönetiminde görüldüğü üzere bunlar olmuyor. Aksine Erdoğan bilindik yol ve yöntemlere başvurarak iktidarını kalıcı kılmaya çalışıyor. Bunun için gece gündüz çalışıyor. Yumuşama, normalleşme söylemlerinin esasen bu minvalde ortaya çıktığı, uzun vadeli bir stratejinin dönemsel yansıması olduğu görülüyor.
Dikkat edilirse 7 Haziran seçimlerinden sonra da AKP “istikşafi” görüşmeler adı altında muhalefet ile bir diyalog süreci başlatmıştı. O zamanki Başbakan Davutoğlu bu kapsamda partileri ziyaret etmiş, güya ortak bir hükümet kurmak için çabalamıştı. Peki, sonunda ne olmuştu? Kamuoyu önüne çıkan Davutoğlu’na göre görüşmelerden istenen sonuç çıkmadığı için yeni bir seçim yapmak şarttı. Kabul edelim ki, o dönemdeki AKP’nin sokakta estirdiği terör dalgası ciddi bir dezenformasyona yol açmış, toplumda “Yine de en iyisi AKP” algısı yaratmıştı.
Gelelim bugüne. Açık ki, AKP-MHP iktidarı benzer bir stratejiyi şimdi de hayata geçirmek istemektedir. “Yeni bir anayasa yapmak istiyoruz, ülkeyi darbe anayasasından kurtarmak istiyoruz” söyleminin referans kaynağı bu gerçeklik oluyor. AKP-MHP yönetimi toplumun yeni bir anayasa talebini çok iyi biliyor. Bundandır ki, bu konuyu gündemleştiriyor ve bu biçimde hem gündemi saptırıp kendisi ile ilgili tartışmaların önüne geçiyor hem de uzun erimli bir plan dahilinde muhalefeti etkisiz kılıp halkın gözünden düşürmeyi hesaplıyor. İşin aslı, iktidar muhalefetin kendisi ile ortaklaşarak böyle bir anayasa çalışmasına girmeyeceğinin oldukça farkında. Ancak buna rağmen ısrarlı bir biçimde yumuşamadan söz edip yeni bir anayasayı gündemleştiriyor. Bu şekilde geçmişte olduğu gibi toplum algısı ile oynayıp, “sorun çözmek isteyen iktidar” ile iyi ya da kötü “her şeye hayır” diyen bir muhalefet algısını canlı kılmak istiyor.
Nitekim! Erdoğan’ın CHP liderinin “22 yıllık suça ortak olmayacağız” mealindeki açıklamasına verdiği cevap da bunu doğruluyor. Ne diyor Erdoğan: Biz ülkenin yarınları için CHP ile bile masaya oturduk fakat onların belli ki, böyle bir gündemleri yok.
Bu bağlamda göz ardı edilmemesi gereken bir diğer husus, hiç kuşku yok ki, yapılan kamuoyu araştırmalarıdır. Denildiğine göre toplumun ekseriyeti mevcut kutuplaşma siyasetinden rahatsız ve uzlaşı istiyor. Yani bir araya gelme, yumuşama, normalleşme söylemlerinin bir de böyle bir yanı bulunuyor.
Elbette fotoğrafın tümüne baktığımızda AKP-MHP’nin izlediği stratejinin arka cephesi daha fazla anlaşılıyor. Erdoğan, 7 Haziran sonrasında başvurduğu ve kendisi açısından sonuç alan yola -koşullar tamamen farklı olsa da- tekrardan girmiş görünüyor. Belli ki, bir yandan kayyım atayarak diğer yandan yeni anayasayı gündemleştirerek halkın bunları konuşmasını istemekte, bu sayede iktidar ömrünü uzatmayı planlamaktadır.
Gelgelelim! Mevcut durumda asıl merak edilen konu, muhalefetin ne yapacağıdır. Sistem içi muhalefet de dahil olmak üzere genel olarak devrimci demokratik muhalefet, iktidarın bu hamlesini görüp ona göre pozisyon mu alacak, yoksa benzer hatalar sürecek mi? Açık ki, halihazırda muhalefetin hata yapma şansı yoktur. Ne yapıp edip sahaya inmesi, bütün gücünü devreye koyarak iktidar değişimine odaklanan bir programı gündemleştirmesi zaruridir.