Erdoğan 15 yıl iktidarda kalabilir. Kötü bir kehanet gibi duran bu iddia, Amerikan medya şirketi Blomberg’ e ait. Şirket küresel liderler iktidarda ne kadar kalacak konulu araştırmasında Erdoğan’ın başkanlık süresinin maksimum 15 yıla kadar uzatılabileceği açıkladı. Araştırmada verili şartlar altında 2028’e kadar yönetme hakkı olan Erdoğan’ın 2028 öncesinde bir erken seçim ilan ederek, iktidar süresini 2033’e kadar uzatabileceği iddia edildi. Yapılan analizin bir kehanet olmayıp verili durumun doğrusal gelişmesini temel aldığı, verili güçler dengesinde bir kırılma olmamasına dayandığı görülmelidir. Böyle bakıldığında, araştırmanın toplumsal ve siyasal coğrafyada Erdoğan’ın bu hayalini kesintiye uğratabilecek bir dinamiğin bulunmadığı iddiasında olduğu söylenebilir. Bu iddia araştırmayı yapanın, emperyalizmin propaganda aracı olduğu belirtilerek hafife alınıp görmezden gelinebilir. Fakat görmezden gelebilmek için söz konusu iddianın dayanaklarının çürütülmesi gerekir.
Ne yazık var olan siyasal görüntü geleceğe dair pozitif bir işaret vermezken, dışarıdan bakıldığında oluşan kanı Erdoğan’ın önünde herhangi bir engelin bulunmadığı yönündedir. Devrimci hareket etkisiz ve zayıf, toplumsal muhalefet parçalı ve dağınık bir durumdadır. Bu durumdan daha vahimi ise, siyasal aktörlerin verili durumun kritikliğini yeterince kavramıyor oluşudur. Saray toplumsal dinamikleri tekil olarak hedef alıp baskı altına alırken, atılan her adım toplumun bütününde yaşamsal kaygıları depreştirmekte, buna rağmen saldırıya uğrayan güçler kendi başlarına kalmakta, direnenlere verilen destek ise etkisiz pasif dayanışmanın ötesine geçememektedir. Devrimci hareketler verili siyasal durumu olağanüstü bir dönem olarak tarif etse ve ekonomik siyasi bir kriz okuması yapsa da, bu analize uygun bir siyasal çalışma ve duruşa sahip olmadıkları ortadadır. Sert ajitatif söylem ve propagandif analiz yasallığın içerisine sıkışmış, pasif, edilgen duruşun maskesi olmaktan öteye gidememektedir. Kendiliğindencilik bireyleri örgütsüzlüğe sevk ederken, devrimci hareketleri yasalcılık ve parlamentarizmin etkisine açık hale getirmektedir.
Somut durumun somut analizi, somuta teslim olmak değil onu değiştirmek üzerinden tartışılmalıdır. Değiştirme hedefi olmayanlar, somutu ona teslim olmanın gerekçelerini ortaya çıkarmak üzerinden analiz eder. Parçalı yapının aşılması için adımlar atmak yerine parçalı duruşun gerekçeleri yaratılmaktadır. Sınıfın sağ politik tercihleri ve sınıfla bağların kopukluğu, bu kopukluğun nasıl aşılacağı, sınıfa bilincin nasıl taşınacağı, hangi araçların ve taktiksel hamlelerin geliştirilmesi gerektiği üzerinden değil, işçi sınıfının yerine başkaca toplumsal gurupların, sınıf siyaseti yerine kimlik siyasetinin ikame edilmesi üzerinden okunmaktadır. Aynı şekilde sarayın mücadele halindeki güçlere saldırısı, bu saldırıları bertaraf edip siyasal ve örgütsel sürekliliği sürdürecek mücadelenin bütün araçlarını kullanabilecek bir düzeye gelecek devrimci öznenin inşası temelinde değil, örgütlülükten kaçışın siyasal geri duruşun bahanesi olarak okunmaktadır. Bu okuma yanlıştır.
Çıplak gerçeğe dönülecek olursa, solun verili durumu devamı halinde, Erdoğan’ın 15 yıllık iktidarının önünde hiçbir engel yoktur. Hiç kimsenin uluslararası ilişkilerin ve ekonomik krizin sarayı devireceği gibi gereksiz iyimserliğe kapılma hakkı yoktur. Hitler’in iktidara geliş sürecinde Alman Komünist Partisi’nin temel hareket noktası, Almanya gibi gelişmiş bir ülkede faşizmin kesinlikle iktidar olmayacağı tezidir. Bu tez faşizme karşı birleşik bir cephenin oluşturulmasının önündeki en önemli engel olurken aynı zamanda komünist hareketi talihsiz bir pasifizme de iteklemiştir. Derler ki 1 milyon silahlı işçi üyesi olan Alman Komünist Partisi faşizme tek kurşun atmadan teslim olmuştur. Bugün Alman komünistlerinin bu edilgenliği hata olarak okunabilir, fakat aynı hatanın yıllar sonra tekrarlanması hata olarak değil, halklara ve işçi sınıfına ihanet olarak okunacaktır.
Bu noktada Erdoğan’ın siyasal ömrünün kısaltılması kritik bir mesele haline gelir. Kabul edilmelidir ki Erdoğan’ın toplumun yarısında yarattığı nefrete varan öfke bastırılamamış, Erdoğan karşıtı toplumsal taban, sarayın tüm hamlelerine rağmen dağıtılıp teslim alınamamıştır. AKP- MHP-Ergenekon ittifakı içerisinde yaşanan güç çatışmaları ve ekonomik krizin yol açmaya başladığı toplumsal huzursuzluk, saraya karşı ciddi mücadele imkânlarının olgunlaşma olanaklarını sunmaktadır. Mesele hem canlanan sınıf hareketine, hem de yaşanmakta olan baskı nedeniyle mücadele dışında seçenek bulamayıp adres arayan kitlelere öncülük edebilecek bir öznenin inşası zorunlu hale gelmiştir. Devrimci hareket bu öznenin inşası için bahanelerin arkasına sığınmaktan vazgeçmeli, yapılan olağanüstü süreç analizine uygun bir yerden, gelmekte olan saldırıyı göğüslemek, yükselen toplumsal dinamikleri bir arada toparlayarak sermaye ve saraya karşı mücadeleyi yükseltmek için yan yan gelmelidir. Bu yarına ertelenmez bir sorumluluktur.