Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhalefete yönelik salvoları son zamanlarda gazeteci ve sanatçılara yoğunlaşmış vaziyette.
Son olarak birbirinden ayrı üç cümle/olay/kişiyi ilgilendiren durumu “faşistliğin dik alası”na bağladı.
Buna göre gazeteci Yılmaz Özdil’in “bir bira içseydi…” demesi, sanatçı Rutkay Aziz’in “Mozart dinlese iyi gelir” sözleri ve oyuncu Deniz Çakır’ın başörtülü hanımlar tarafından “şikayet edilmesi”-hepsi faşizmin göstergeleri!
Çakır ‘vakası’ tuhaf, zira Erdoğan’la hiçbir alakası yok. Mahkemeye intikal eden olayda “Yallah Arabistan’a” minvalinde bir yorum, eylem çıkmadı. Olay şimdiden Kabataş yalanına benzetiliyor ki bir genç kadının hayal gücünün ürünü olduğu anlaşıldığı halde siyaseten yıllarca kullanıldı.
İki grup kadının bir mekanda tatsız çarpışması, Kabataş’ın çok daha minik bir versiyonu olmasına rağmen siyaset arenasına sürüklendi. Normalde gülüp geçilecek, dindarları rencide edici unsurları bile zor barındıran bu hadise ve sözler, şimdi “CHP zihniyeti”nin muhafazakar kesimlere baskısı ve nefretinin delili olarak sunuluyor.
Sanırsınız ki CHP tek adam sistemini eline geçirmiş, dindarlara büyük zulüm uyguluyor, aşağılıyor. Zaten diri tutulmak istenen ruh hali de bu: Ben gidersem BUNLAR sizi böcek yerine koyacak, bu elitistler canınıza okuyacak…
Avrupa, CHP ve HDP nasıl ‘faşist’ oluverdi
İlginç olan, sol jargonda kullanılan “faşizm”in alınıp tersyüz edilmesi. Tıpkı demokrasi, insan hakları, inanç özgürlüğü, nefret söylemi gibi kavramlarda yapıldığı gibi: Bana demokrasi, ona totaliterlik… Bana hak, ona suç… Bana özgürlük, ona kısıtlama…
Politik söylem çalışanlar, Tayyip Erdoğan’ın “faşizm” ve “faşist”liğe takla attırıp kendisini eleştirenlere misliyle iade edişinin ardında yatan dinamikleri çok daha iyi yorumlayacaktır.
Tabii, Erdoğan’ın siyasi dilinin analizini yapmaya cesaret edecek biri çıkabilirse… Bugünün Türkiyesi’nde böyle bir akademi,böyle bir ortam yok. Bu durum bile faşizm nedir, ne değildir konusunda yeterince açıklayıcı sanırım.
Erdoğan’ın faşizm ve faşistlik çıkışlarında bir ilk değil bu. Referandum öncesinde Almanya ve Hollanda’ya “Nazi, faşist” çıkışlarını hatırlayalım: “Siz Tayyip Erdoğan’a ‘Diktatör’ dediğiniz sürece Tayyip Erdoğan da sizlere ‘Faşist’de diyecek, ‘Nazi’de diyecek.” (24 Mart 2017)
Bir başka seçim dönemi, 24 Haziran seçimleri öncesinde bakıyoruz yine bir “faşizm eleştirisi”… CHP ve HDP’yi kastederek: “Ülkemizin başına karabasan gibi çöken bu iki faşist partiyi de layık oldukları yere, tarihin çöplüğüne yollamanızı bekliyorum.”(23 Aralık 2017)
Muhalefetten etkili bir söz yok
Her iki partiden Erdoğan için “diktatör, faşist” suçlamalarının yapıldığını hatırlatalım.
Peki Erdoğan ne yaptı? Hakaret davası açmaktan,tazminat cezaları yağdırmaktan başka ne yaptı diye düzelteyim…
Faşizm kartını, yerel seçim öncesinde tekrar çıkardı. İttifak tabanında HDP’yi terörle birleştirmesinin karşılığı vardı. CHP için daha “orijinal” bir itham icat etmek gerekti. Böylece hala zeytin dalları uzatan ana muhalefeti, faşistlikle itham etme dozunu yükseltti:
“Lafa gelince demokratlığı kimseye bırakmazlar ama aslında faşizm bunların ruhlarına işlemiştir.”(28 Aralık 2018)
Aradan birkaç gün geçti-geçmedi… Ve Erdoğan, bu defa “CHP faşizminin somut delilleri” olarak Özdil, Aziz ve Çakır’ı sundu. Yani bir siyasi partiye ya da siyasi rakipleriyle kalmayıp gazeteci ve sanatçıları faşizmle suçlamaya atladı.
Yarın öbür gün faşizm torbasına misal, başörtülü birine yol vermeyen biri de… “Cumhurbaşkanı sanatı, sanatçıyı sevmiyor” diyen de pekala alınabilir. Sınır yok ki. Daha doğrusu sınır, Erdoğan’ın keyfine bağlı.
Muhalefet, etkili, halkın anlayacağı bir şekilde söylemi sahibine iade edemediği veya yeni bir söylem geliştiremediği sürece bu keyfiyet genişleyerek devam eder. Ediyor da.