Virüs meselesi çıktığından beri, herkes her şeyin değişeceğini konuşuyor. Her şeyin değişeceğini söylemek yerine bir şeyin değişmesi gerektiğini söylemek daha doğru bir yaklaşım olabilir. Çünkü bir şeylerin değişmesi için onu değiştirecek örgütlü bir kuvvet gerekir. Gökten sosyalizm inecek ve bizi kurtaracakmış gibi söylemler geliştiriliyor, bu doğru değil. Durup dururken bir şeylerin değişeceğini söylemek insanlarda boş bir beklenti yaratır. Kapitalist sistem; önce feodalizme karşı büyük bir mücadele vererek iktidarını kurdu, sonra da yaklaşık iki yüzyıldır komünal hareketlere karşı büyük bir mücadele vererek hayatta kalmayı başardı… Her günü mücadele ile geçmiş ve büyük bir mutasyona uğramış, kapitalizm, onun iktisadı, siyaseti, kültürü, siyaseti ve yaklaşık 500 yıllık tarihi… Yoksulluğun ve zenginliğin kalın bir çizgiyle birbirinden ayrılmış olmasının insanlar arasında yarattığı uçurum, sistemi elbette kırılganlaştırıyor. 1990’larda, bütün Doğu Bloku’na ve onun periferisine karşı büyük bir zafer kazanmış olan, neo-liberal sistem ‘tarihin sonu’nu ilan etmişti. Mükemmel sistem kapitalizm (!), bireysel kurtuluş hikâyeleri, gemisini kurtaran kaptanlar anlatıları, minicik, gözle görülmeyen bir virüsün çıkardığı fırtına ile karaya oturdu. Geldiğimiz noktada insanlığın kurtuluşunun evrensel olduğunu, bireysel kurtuluşun olmadığını, bütün insanların kaderinin birbirine bağlı olduğunu bir kez daha bu virüs sayesinde gördük… Herkes için sağlık, herkesin erişebileceği eğitim ve ekolojik dengenin korunduğu yaşanabilir bir dünya talebi yaşamsal bir talep olarak, “tarihin sonu”nun sonuna işaret ediyor…
Bencilliğin ideolojisi kapitalizm, zenginlerin bile hayatını koruyamayan, insanlığın sonunu hazırlayan sistem olarak sorgulanmaya artık daha açık. Kapitalizm, öldürücü virüsler gibi koşullara göre mutasyona uğrayıp ayakta kalmayı başarabildi bugüne kadar. İnsanlığın ortak iradi müdahalesi olmazsa, ciddi bir muhalefet ile karşılaşmazsa, kapitalizm yine yoluna devam etmeyi başaracaktır. Birinci Dünya Savaşı sonrası, Avrupa ve Rus devrimcilerinin müdahalesi Ekim Devrimi’nin yolunu açtı ama 1929 dünya ekonomik buhranı, “nasyonal sosyalizm” (faşizm) şeklini alarak kitlelerde büyük bir yanılsama yaratmayı başarabildi. Korona günlerinde ölümler arttıkça ve ekonomik kriz derinleştikçe sosyalist fikrin gelişimi yanında otoriter faşist yönetimler yaygınlaşacak, göçmenlere karşı düşmanlık, kadınlara karşı düşmanlık, yoksullara karşı düşmanlık genel bir davranış halini alacaktır. Kitleler örgütlü olmadığı takdirde zayıf olanı suçlama, sebebi unutarak sonuç üzerinden düşünme eğilimindedir. Şu anda devletler sokağa çıkma yasağı ve çeşitli alanlarda uyguladıkları yasaklarla kendi otoritelerini toplum üzerinde çok daha ileriye taşıyorlar. Özellikle sınırların kapatılması, göçmenlerin sınır dışı edilmesi genel bir davranış halini alıyor. Devrimciler, sosyalistler, demokratlar bu gidişata dur demezlerse eğer dünya üzerinde otoriter baskıcı yönetimler artacak, sınırsız-sınıfsız dünya özlemi yerine sınıfların kendisini daha merkeze doğru çektiği, sınırların dikenli tellerle örüldüğü, zenginlerin virüs ve benzeri gibi durumlarda evde kaldığı, fakirlerin ise sokağa salındığı ortamları çok daha fazla yaşayacağız.
Her ne kadar, virüs kapitalizmi enfekte edecek ve sosyalizme varacağız gibi, hayaller tatlı tatlı ortalıkta dolaşsa da korona krizi başladığından beri, virüs ve kapitalizm karşılıklı olarak birbirlerini mutasyona uğratıyorlar. Bilimin, bilginin ticari bir meta olarak sır gibi saklanması, virüse karşı aşıyı en önce bulup büyük paralar kazanma yarışı ömrümüzden ömür çalmaya devam ediyor. AKP de diğer dünya kapitalist hükümetleri gibi sermayenin çıkarları doğrultusunda virüsü fırsata çevirme peşindeler. Kitlesel işten atmalar, sendikal hakların kısıtlanması, ölümle korkutarak sıtmaya razı etme politikaları tahkim ediliyor. Kâr amacı gütmeden insanlık için ortak bilimsel araştırma yapılmasını istemek bir ütopya değil. Herkesin parasız, eşit nitelikte erişebileceği sağlık ve eğitim sistemi istemek lüks değil. Kitlesel açlık tehlikesine karşı dünya çapında sağlıklı gıda tedarik zinciri oluşturulması bir talep olmaktan öte artık bir zorunluluk. İnsanlığın ortak geleceği ve doğanın dengesinin korunması sınırları aşan bir mücadeleyi dayatıyor.
Doğanın talanı, dünyanın yaşanılmaz bir gezen haline getirilmesine karşı “enternasyonalle kurtulur insanlık” demek yetmez. Kapitalizmin ne menem bir şey olduğunu tekrar etmek yerine yaşanabilir bir dünya için pratiğe yönelik fikirler ortaya koymak gerekiyor. Kapitalizmin yarattığı aşırı sanayileşme, doğanın talanı, hapishaneye çevrilmiş beton şehirler vb. kötülükleri aşacak örnek yaratabilmiş değiliz. Alternatifler yaratmak bir yana, geçmişte “reel sosyalizm” ile yönetilen devletlerin tamamı kapitalizmle sanayileşme yarışına girmek dışında insan odaklı çok az örnekler ortaya çıkarabildi. Kapitalizmin suçları bizleri tutarlı hale getirmiyor. Çin örneğinde olduğu gibi, kapitalizmle yarışa girenler kapitalistin önde gideni olmak dışında bir yere varamıyor.
Tüm bunlara rağmen insanlığın kaderinin ortak olduğu, bireysel kurtuluş olmadığı gerçeği ufuktan bir güneş gibi doğuyor.