Meral Akşener’in Millet İttifakı adını alan Altılı Masa’dan tam ortak aday açıklanırken ayrıldığı akşam AKM’de İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın konseri vardı. Konserlere onbinlerce insanın ve sayısı bilinmeyen canlının hayatını kaybettiği kentlerin yıkıldığı Maraş merkezli deprem nedeniyle bir süre ara verilmişti. Çoğunlukla yas müziklerine ayrılmış olan o akşamki konserin ikinci bölümünde, İngiliz müzik tarihinin köşe taşlarından addedilen besteci Edward Elgar’ın Enigma (muamma) Varyasyonları (çeşitlemeleri) opus 36 çalındı.
Eser için Elgar şöyle diyor: “Sizleri varyasyonlar arasındaki bağlantının çok zayıf bir doku oluşturduğu yönünde uyarmalıyım. Dizinin tamamında tüm çeşitlemelerin içinde bambaşka bir büyük tema işlemektedir; ancak hiçbir zaman tam olarak çalınmamaktadır. Yani eserin son satırlarında bile ana tema hiçbir zaman sahnede belirmez.”
Konser programında, Elgar’ın bu sözlerinin de etkisiyle ana temanın, herkes tarafından bilinen bir ezgi olduğu, ancak bestecinin bunu büyük bir ustalıkla sakladığı söylentilerinin yaygınlaştığından söz ediliyor.
Eser harika, ama benim ilgimi ister istemez Akşener’in masadan ayrılması, yeniden dönmesi etrafında süren tartışmada hiçbir zaman sahnede belirmeyen, ama bütün parçaya hâkim olan, herkes tarafından bilinen bu ana tema meselesi çekiyor.
Emperyalizme göbekten bağımlı, uluslararası sermayenin denetiminde, tarihi, katliamlarla, kıyımlarla, soykırımlarla, faili meçhullerle, Dersimlerle, Madımaklarla, Maraşlarla, On Altı Mart’larla, Gar katliamlarıyla dolu bir ülkede, bu ana temanın ne olduğu aslında hiç de muamma değil.
Devasa ekonomisi, beşli çeteyle sınırlı olmayan sermaye bağları, siyasi ilişkileri ile devletin kadim beka müessesesi, kontrgerilla, daha dar anlamda cezasızlıkla korunan güvenlik bürokrasisi muamma değil.
Akşener’in İçişleri Bakanı olarak icraatları, servetini kanla yapmış Tansu Çiller ve Mehmet Ağar’la yakınlığıyla Altılı Masa’daki ağırlığının esasen kadim beka müesseseleri içindeki temsiliyetine dayandığı gerçeği muamma değil.
Devletin kadim beka müesseseleriyle, kontrgerillayla, güvenlik bürokrasisiyle bir tür uzlaşma sağlamadan, arkasında güçlü bir halk hareketi de olmayan, buna kendisi de tehlikeli gördüğü için izin vermeyen bir düzen oluşumunun iktidar olamayacağı muamma değil.
Hırslı, dönek, hain gibi sıfatların durumun vahameti karşısında (aslında tek başına faşist demek yeterliyken, çırpınmak da yersiz) bilgi kirliliğinden başka bir şey olmadığı, işin içine ya da cebin içine girdiği söylenen devasa büyüklükte paraların, faşistlerin ve genel olarak sağın para için memleketi gözünü kırpmadan satacağı kadim gerçeği karşısında şaşırtıcı olmaktan çıktığı Enigma Varyasyonlarını izliyoruz.
Bu yapıların içinde bir parçalanma, bir bölünme, kapışma, birinin galebe çalması, birinin ona çelme takması her zaman mümkün. Burası kurtlar sofrası ki gerçekten kurtlara çok ayıp oluyor. Burada, vatan- millet satılırken, faili meçhul cinayetler, bin operasyonlar, çökmeler gırla gidiyor.
Elgar’ın şahane müziği yanında bu çok iyi tanıdığımız çirkin bir ses. Keşke hiç duymamış olsaydık, ama duyalı o kadar uzun bir zaman oldu ki…
Bir kere kulağına girdi mi, Akşener’in ayrılmasının hemen ardından Yeşil kod adlı Jitem’ci katilin, faili meçhullerin simgesi Toros posterlerinin Amedspor-Bursaspor maçının tribünlerinde boy göstermesi, Amedspor’a organize olduğu apaçık olan saldırılar tesadüf olabilir mi diye düşünüyor insan. Tesadüf olsa bile tesadüf olamaz. Yani İstanbul belediye başkanlığı seçimlerinde literatüre itelenen ifadeyle “bir şey olmadıysa bile olmuştur.”
Masadan çekilmenin yarattığı “boşluk” ya da kırılmanın iktidarın her türlü şeytani hayaline zemin hazırladığı, çatlaktan nice haşeratın boy gösterdiği malumumuz. Yeter ki Kürtler ve Aleviler gün yüzü görmesin. Çünkü kurtlar sofrası buralardan besleniyor, kanlı rantını böyle devşiriyor.
Sonuçta cezasızlık ve beka söylemiyle korunan bu eli kanlı bürokrasi Masa’da illaki temsil ediliyor. Zaten düzenin restorasyonu derken ağırlıkla bu kastediliyor. Akşener’in masadan ayrılışını da, masaya dönüşünü de ana temayı gözden kaçırmadan değerlendirmek gerek. Şu oldu bu oldu, beşli ya da değil çeteler işin içine girdi, o akşam masada azarlandı, tabanından tepki aldı, parti içinde falanca oldu, hepsi olabilir, olmuştur. En çok da deprem denilen katliamdan sonra büyük özveriyle, canını dişine takarak itibar ve güven kazanan HDP- Emek Özgürlük İttifakı, Sosyalist Güç Birliği ve bu ittifaklar dışında kalanlar, yani genel olarak solun varlığı, bu varlığın canını burnuna gelmiş halkın talepleriyle doğallıkla bütünleşmesi korkulu rüya olmuştur. Olsun. Korksunlar. Hiçbir şeyden korkmadıkları kadar bizden, tırnakla enkaz kazan kederli bedenlerimizden korksunlar.
Yani çeşitlemeler mebzul miktarda ama tema hep orada, üstelik eserin son satırlarında bile sahnede belirmiyor.
Yine de bu çirkin ses dışında Elgar’ın müziği gibi şahane bir müzik var. Henüz, herhangi bir liderin ya da siyasi oluşumun doğrudan temsil etmediği halk iradesini, tribünlerden hükümet istifa sesleriyle ortaya konulan, İmamoğlu siyasi yasak aldığında Saraçhane’ye toplanan, Altılı Masa’nın son toplantısının yapıldığı Saadet Partisi’nin önünde solun tarihi sloganlarıyla beliren, bütün kutuplaştırma söylemlerini bir çırpıda aşarak depremde olağanüstü bir dayanışma gösteren iradeyi, bu her türlü zorbalığa rağmen yok edilemeyen değişim ve dönüşüm arzusunu görmeden gelişmeleri anlamak güç. Hayatta kalmak da güç. Bu irade bizim en büyük dayanağımız.
Giderek karmaşıklaşan bu düzlemden, bu güçler çatışmasından, tarihin bu aralığında halktan ve demokrasiden yana kazanımlarla çıkmanın yolunu açacak doğru stratejiyle ve mutlaka birlikte hareket etmek elzem görünüyor. Bu arada ve seçimden sonra da Enigma varyasyonları fonda olacak, ta ki biz hepsini alaşağı edene kadar.
#Pencerendebirmumyak