Anadolu’da bir köy düğünü, kadınlar rengârenk entari ve şalvarlarıyla düğün alanını yavaş yavaş dolduruyorlar. Yüzler gülümsüyor, yüksek sesle şakalar yapılıyor, bahçelerden, tarlalardan, çocuklardan söz ediyor kadınlar. Birden nedeni anlaşılamayan bir bağırış kaplıyor ortalığı. Başlar ve gözler sesin geldiği yöne çevriliyor. Düğün mekânına bakan evlerden birinin balkonunda bir hareket var, ses oradan geliyor, sonra Ayşegül’ü fark ediyorlar.
Ayşegül 50’li yaşlarında, konuşamıyor, ama duygu ve iradesini az çok belli ediyor. Bir kolunu kullanamıyor, bükülmüş bacakları birbirine yapışık kanımca, yürüyemiyor. Bir yerden diğerine hareketi, sürünerek sağlam kolunun yardımıyla oluyor. Konuşmaları duyuyor, anlıyor; gördüğü için de insanları tanıyor. “Evet” ve “hayır” iradesini hissediyoruz, ama nedenlerini anlayamıyoruz. Konuşmaya jest ve mimikleriyle katılıyor, bizi dürtüyor. Sevincini ve kederini ifade eden kendine özgü hareketleri var.
Ayşegül çok engelli bir bedene sahip! Tüm engellere karşın güç ve yetilerini içeriden dışarıya taşımak için müthiş bir çaba harcıyor. Bu kadar engellenmiş bir bedenin ne yapabileceğini bilmiyoruz. Tüm bu engellerin üzerine yoksulluk, kamusal destekten ve sosyal ağlardan uzaklık ve ilgisizlik gibi sosyal olarak inşa edilmiş engeller ekleniyor. Asgari ihtiyaçlarını yazabilsin diye alfabeyi öğretmeye başladım. Kalem tutmada güçlük çektiği için yazamasa da okuyabileceğine inanıyorum. Görme gücünü tahmin edemiyorum. Okuma faaliyetinden çok mobil telefondan dinlediğimiz şarkılar ilgisini çekiyor, onları kederle dinliyor. Zaman zaman “ah, ah!” diyen sesi herkesi kederlendiriyor. Uzun kalamadığım için okuma yazma çalışmaları ağır aksak gitti. Benim gücümü aşan bir şeyler var Ayşegül’ün yaşamında. Ayşegül ve engelli bireylerin yaşamı, “gömülmüş umutların muhteşem mezarlığı” haline gelmemeli (1).
3 Aralık Dünya Engelliler Günü. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün açıklamasına göre dünyada her 7 kişiden biri engelli ve bunların çok büyük bir kısmı çalışma çağında olmasına rağmen çalışamıyor, zira istihdam edilmiyor. Üstelik bu konuda Birleşmiş Milletler tarafından güvence altına alınmış olan bir uluslararası anlaşma ve protokol (2) olmasına rağmen bu durum böyle.
Tam sayım olmasa da TÜİK’e göre 2011 yılı itibariyle Türkiye’de 5 milyona yakın engelli var. Ancak farklı kaynaklara göre bu sayı çok daha büyük, nüfusun yüzde 10’unun üzerinde. Türkiye’de engelliler yurttaşlık haklarından ya hiç yararlanamıyorlar ya da ağır kişisel maliyetler karşılığında çok az yararlanabiliyorlar. Öyle ki engelliler arasında okuryazar oranı yüzde 10’lara kadar gerilemiş durumda. Rehabilitasyon hizmetlerinden ne kadar yararlanabildikleri belli bile değilken, yüzde 90’ına yakın kısmı meslek kursu, aile rehberliği ve danışmanlık, sosyal ve kültürel hizmetlerden, Ayşegül gibi, faydalanamıyor (3).
Türkiye toplumu olarak uzun zamandır siyasal iktidarın politikaları nedeniyle “engelleniyoruz.” Bilimde, siyasette, sanatta, hatta kadın cinayetlerinin yükselişine bakılırsa aşkta bile. Gözlerimiz var, ama görme yetimiz yitiyor. Kulaklarımız var, işitme yetimiz aşınıyor. Hayat pahalılığı tat alma duyumuzu zayıflatıyor, baskılar karşısında dilsizleşiyoruz. Dokunmak istiyoruz, hem salgın hem de iktidar düzenekleri bizleri engelliyor. Temiz hava ve taze kokular yok oldukça burnumuz kötü kokulara, kirlenmenin etkilerine daha çok maruz kalıyor. Engelli bir toplum olduk nihayetinde…
Hepimizin hissettiği bir duygu olsa da engellenme, sağlamlık ideolojisi politik ve sosyal engelleri fark etmemizi engelliyor. ‘Sağlam’ ya da ‘normal’ olarak tanımlanmayanlar, sosyal olarak inşa edilmiş bir dizi engelle karşılaşıyorlar: Eğitim hakkından yararlanamıyorlar, çalışma hakları sistematik biçimde engelleniyor, sosyal güvenceden yoksunlar, kendi seçtikleri insanlarla birlikte yaşama hakkına sahip değiller, sosyal ve kültürel yaşama katılmaları engelleniyor.
Engelli kişi, yaşamakta olduğu toplumda geçerli üretim biçimleri, bilgi üretim süreçleri, kentsel ve mekânsal pratikleri nasıl deneyimliyor? Okulda, üniversitede, işyerinde, apartmanda, evde, sokaklarda, kentsel alanlarda tekerlekli sandalye kullanan, görmeyen, işitmeyen ya da birkaç engeli olan kişiler hangi somut engellerle karşılaşıyorlar? Ne yapmak gerekiyor? Bu soruların cevaplarına göre hem kamu politikaları üretmek hem de gündelik yaşantımızda söylem ve tavırlarımıza özen göstermek gerekiyor. Görme engelli bireyleri kolundan çekiştirmeden önce yardıma ihtiyaç duyup duymadıklarını sormak; olumsuz yargıları ifade etmede biyolojik engelleri kullanmamak, örneğin ‘kötürüm toplum’, ‘kör ve sağır iktidar’, ‘kör basın’, ‘geri zekâlı’ gibi sözcüklere başvurmanın incitici niteliğini öngörmek gerekiyor. Tüm dünya işaret dilini öğrendiğinde, sadece işitme engellilerle değil tüm dünya halkları ile iletişim kurabileceğimizi düşünmek de engelsiz bir dünyaya dair yeni düşleri besliyor.
Dipnotlar:
(1) L.M. Montgomery, Yeşilin Kızı Anne, İstanbul :Koridor Yayıncılık, 2020
(2) www.real_tehaber.com/2017/12/03/kap_tal_zm-engell_ler_n-onundek_-en-buyuk-engel/
(2) Aynı Eser.
(3) https://bianet.org/bianet/toplum/229302-turkiye-de-engelli-sayisi-neden-bilinmiyor