Dünyada gittikçe derinleşen ekolojik krizi kapitalizmin çözmesinin olanaksızlığı artık netleşmiş durumda. Bu gerçeğe işaret eden Öcalan’ın düşünceleri ve önermeleri zihin açıcı nitelikte
1990’lı yıllardan sonra çevre ile ekonomik kalkınma arasında var olan büyük çelişki, ‘sürdürülebilir kalkınma’ modellemesiyle birlikte çözüldüğü iddia edilmeye başlandı. Sonrasında “ekolojik-ekonomi” kavramı literatüre giriş yaptı. Her iki yaklaşımın ortak özelliği, kapitalizmin içerisinde kalarak artık yadsınamayan ‘ekolojik krize’ cevap bulunduğu savıydı. Bu bağlamda 1992 yılından bu yana düzenlenen zirveler, iklim değişiminden kaynaklı küresel ısınmayı önlemeye dönük adımlar olarak lanse edildi. Bugüne kadar gerçekleşen iklim zirvelerinde en önemli uluslararası anlaşma ise ‘Kyoto Sözleşmesi’ olarak bilinen ve karbon ticaretini öneren anlaşmaydı.
Yaşam metalaştırıldı
Kapitalizmin ne iklim krizini ne de buna bağlı ortaya çıkan sorunları çözmesinin mümkün olmadığı Kyoto Sözleşmesi ve sonrasında yapılan zirvelere bakınca çok net görülebilmekte. Kapitalizm, iklim krizini çözmek adına attığı adımlarla yeni sermaye birikim alanları yaratmayı amaçlamaktadır. Karbon ticareti ile soluduğumuz ‘temiz hava’ ticari bir meta haline getirildi. Doğal yaşamı, dolayısıyla insan yaşamını var eden hava, su, toprak gibi elementler ya da daha doğru deyişle tüm yaşamsal varlıklar kapitalizm tarafından metalaştırılıp ticarileştirildi.
İklime çözüm nükleer mi?
Paris ve Glasgow’da gerçekleşen iklim zirvesinde karbon salınımına en çok neden olan kömürlü enerji üretimlerinin azaltılması ve yerine ‘yenilenebilir’ adını verdikleri yöntemlerle enerji üretilmesi yaklaşımları ele alınmış olmasına karşın somut uygulamaya dönük bağlayıcı herhangi bir karar alınmadı. Glasgow sonrası Fransa’nın başını çektiği ülkelerin nükleer enerjiyi ve doğalgaz santrallerini iklim değişimiyle mücadelenin bir parçası haline getirme girişimleri ise kapitalizmin gerçek yüzünü tamamen açığa çıkardı.
Doğa kontrol altında!
İklim zirvelerinin gerçekleşmesini sağlayan iki neden vardı. Birincisi insanların bu sorunu yakıcı biçimde yaşamaya başlamaları ve bu nedenle çözüm taleplerinin giderek artmasıydı. İkincisi ve asıl nedeni ise kapitalist üretim süreçlerinde ihtiyaç duydukları su ve maden gibi varlıkları ve kapitalist üretimlerin olmazsa olmazı her türden ham maddeyi (maden, petrol vd.) sermaye adına kontrol altına alma ve kesintisiz aşırı üretimlerini sürdürme hedefiydi. Bu hedefe ulaşmak için doğaseverleri, ekolojistleri ve iklim sorununa, doğanın katledilmesine dönük tepki duyanları yedekleyerek bu süreci ilerletmekti.
Radikal değişim yaratılmalı
Bu bağlamda birçok örgütlenme yaratarak ekoloji mücadelesini fonlarla besleyip üretim süreçlerinde ihtiyaç duyacağı alanları örneğin ‘havza yönetim planları’ gibi yaklaşımlarla kontrol altına almaktadır. Ekolojik-ekonomi kavramını da bu bağlamda ele alarak ekolojik krize sözde çare ürettiği algısını toplumların hafızasına yerleştirirken, Fransa’nın uygulamaya koyduğu ancak halkın yoğun tepkisi karşısında geri çektiği ‘karbon vergileri’ gündemlerinde acil adım olarak yer almaktadır. Artık fiili yeni yaşam biçimleri yaratıp bunu görünür kılarak ilerleyen bir süreci örmek ve insanların kapitalizmden kopmalarını sağlayacak politikaları hayata geçirmek biricik yol olarak görülmektedir. Ancak böyle bir yol kalıcı radikal toplumsal değişimleri yaratabilecektir.
Komünal ekolojik yaşam
Toplumsal değişimler ya da daha doğru tabirle devrimler mevcut toplumsal düzenin dayanılmaz hale geldiğinin kabul edilmesi ve alternatif bir yaşama ulaşmanın mümkün olacağına inanmakla başlar. Bugün kapitalizmin yaşamı yok eden yayılmacı yüzünün daha net görülmeye başlandığı günlerden geçmekteyiz. Bu nedenle komünal-ekolojik bir yaşam talebini yaratmayı sağlayacak bir hedefi merkezine koyan politikalara ihtiyaç var. Bu bağlamda görüşlerini ve önermelerini araştırdığımız PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın zihin açıcı tespitlerini sayfamıza taşıdık.
Öcalan’dan öğreneceğimiz çok şey var
Kapitalist ekonomiyi ayakta tutan ancak halkları sefalete sürükleyen politikaların başında değişim değeri önemli bir yer tutar. Öcalan üretilen emtia her ne ise değişim değeri üzerinden değerlenmesine karşıdır. Öcalan, ekonomik alana ilişkin olarak, metalaşma ve kâra dayalı ekonomiden kullanım değerine ve paylaşmaya dayalı ekonomiye geçişi savunmaktadır. Ekonominin değişim değeri üzerinden sürdürülmesi sonucu sadece toplumlar değil, doğanın da tahrip edildiğini belirten Öcalan, burjuva ekonomi politiği durdurulamazsa, varacağı yerin gerçek bir cehennem olacağını belirtir. Küreselleşme politikaları sürecinde, tarihin hiçbir döneminde hiçbir toplumsal sınıfın bu denli kâr ve büyüme sağlamadığını vurgulayan Öcalan, toplumun yozlaşmasının en başta gelen nedeni olarak kapitalist ekonominin vardığı finans düzeyini işaretler.
Demokratik komünal ekonomi
Öcalan, demokratik komünal ekonominin, temel dayanaklarından birisinin ekolojik yapıya uyum olduğunu söyleyerek, “Toplumlar, kendilerini doğadaki kaynakları sınırsız, ölçüsüz ve ilkesiz biçimde tüketme hakkı olan özneler olarak göremezler. Bu nedenle doğadaki kaynakları tüketmek amacıyla değil, zorunlu ihtiyaçları için gerektiği kadar ve gerektiği biçimde kullanmalıdırlar. Bir karış toprağın, bir damla suyun, bir tek tohumun, bir tek taş parçasının dahi maddi ölçülerle belirlenemeyecek kadar yüksek olan kıymeti bilinir” diye belirtir.
Arz talep dengesizliği
Öcalan, komünal ekonomide faaliyetlerin toplumun tam denetiminde olduğundan üretim fazlası, arz talep dengesizliği, kaynakların ihtiyaç dışında kullanılması, emek, zaman ve enerji israfı yaşanmayacağına dikkat çeker. Öcalan, böylece üretim sürecinin ekosistem üzerindeki olumsuz etkileri de minimum seviyeye indirilebileceğini, üretilen mallar kadar ekonomik süreçlerde uygulanan yöntemlerle de doğa, toplum ve insan sağlığına zarar verilmemesinin temel ölçü olarak alınması gerektiğini vurgular. Üretim tekniklerinde geri dönüştürülebilirliğin esas alınması, üretim için kullanılacak araçlar ve teknik donanım, hem yapım ve hem de kullanım süreçleri itibariyle ekolojiye uyumlu olmak zorunda olduğunu belirten Öcalan, ekosistem ile üretim ve tüketim süreçlerini değerlendirir.
Sosyalist ekonominin önemi
Öcalan, toplumların alamadığı ve dolayısıyla tüketmediği sözde bollukla birlikte korkunç boyutlara varmış yoksulluk, açlık içinde ve açlık sınırı altında yaşamaya zorlanan insanlığın bu ekonomi politik ile daha fazla yaşayamayacağını söyler. Bu noktada sosyalizmin önemine dikkat çeker. Öcalan sosyalizmi; kullanım değeri için toplumsal üretim yapılan, kârı esas alan üretimden paylaşımı esas alan üretime geçiş olarak tanımlar. Sosyalist ekonomi politikası uygulandığında işsizlik, bolluk içinde yoksulluk, aşırı üretimin yanında açlık, kâr ile birlikte doğa tahribatının bir kader olmaktan çıkacağını belirtmektedir. Öcalan; enerjinin, suyun, toprağın ve havanın metalaştırılamayacağını, yaşamın en temel elementleri olan bu 4 yaşamsal değerin toplumsal yarar dışında hiçbir şey için feda edilemeyeceğini söyler.
Doğadan ihtiyaç fazlası alınmamalı
İnsanlığın neolitik dönemi üzerinden günümüz toplumuna kadar ne yapmalı sorusuna yanıt arayan Öcalan, doğal toplum sürecinde toplumun, doğa ile ilişkilerinde uyumu esas aldığını belirtir. Öcalan, kendi varlığının ancak doğa ile mümkün olduğunun bilincinde olan toplumun, kendi yaşamını sürdürmek için gereksinim duyduğu ihtiyaçları doğadan karşılarken onunla uyumu, ona ters düşmemeyi, hatta alıp da eksilttiklerini tamamlamayı, doğanın kendisine sunduğu imkanlardan dolayı doğaya şükretmeyi temel ilkeleri haline getirmesi gerektiğini söyler. Toplumun başta beslenme olmak üzere doğadan sağladığı ihtiyaçları kendi parçası olarak görmesi gerektiğini savunan Öcalan, ihtiyaçtan fazlasını elde etme yaklaşımının doğanın tahribatını ortaya çıkardığını belirtir.
Öcalan’ın devlet anlayışı
Öcalan ulus-devlet yapılarına karşıdır. Ona göre ulusların kendi kaderini tayin hakkını bağlamından ayrılmak ve bağımsız bir ulus-devlet talep etmek, çözüme değil, çözümsüzlüğe hizmet demektir. Kürtler için yeni bir ulus-devlet inşa etmenin, var olan ulus-devletler sistemine ve dolaysız olarak da kapitalist, erkek egemen ve doğa düşmanı bir sisteme eklemlenmek anlamına geleceğine işaret eder. Türkiye’nin en önemli gündemi olan Kürt sorununun çözümünü, mevcut milliyetçi modellerin dışında radikal bir demokratikleşme mücadelesine bağlar. Ona göre böyle bir çözüm yolu hem daha gerçekçi hem de uygulanabilir niteliktedir. Kapitalist moderniteyi ulus-devlet ve sanayicilik olarak gören Öcalan, alternatif bir model olarak “demokratik modernite”yi önerir. Demokratik moderniteyi üç eksene oturtan Öcalan, bu eksenleri; Ahlâki-Politik Demokratik Toplum, Komün Ekonomisi ve Demokratik Konfederalizm olarak belirler.
EKOLOJİ SERVİSİ