Enerji-Sen Genel Başkanı Süleyman Keskin ile direnişte olan Enerji-Sen işçilerini konuştuk: 1 Mayıs startımızı direnişle verdik
Reyhan Hacıoğlu
Yoksulluk, işsizlik, her geçen gün eriyen asgari ücret ve peş peşe yapılan zamlar. Yılın daha yarısı olmadan açlık ve yoksulluk sınırı asgari ücreti katlamış durumda. İşçi ve emekçinin bayramı olan 1 Mayıs’a günler kala ülkede ekonomik kriz koşullarına ve iktidarın baskısına karşı yıla damgasını vuran direnişler oldu, oluyor. Trendyol kuryeleriyle başlayan, Yemek Sepeti, Migros Depo işçileri diye giden ve bugünlerde ise Enerji-Sen işçileriyle gündem olan direnişlerde tüm saldırılara rağmen işçiler ısrarlı ve inançlı; haklarımızı almadan dönmek yok diyorlar.
DİSK’e bağlı Enerji-Sen’de örgütlü olan ve “Performans yetersizliği” ile “Uygun konum bulunamadı” denilerek işten çıkarılan işçiler, bir ayı geride bırakan bir direnişe imza atıyor. Gözaltı ve saldırılara rağmen bu yıl birçok direnişte olduğu gibi sokakta kararlı işçiler. Bu amaçla birçok kez Ankara’ya da gittiler, şirketlerin kapılarında da eylem yaptılar, faturalarını ödeyemedi diye elektriği kesilen Moda Sahne’de de oldular. Dayanıştılar, direndiler, direniyorlar. Amaçları sendikal haklarını almak ve işlerine dönmek. Ve son önceki gün taleplerinin karşılanması için Sabancı Holding’e 9 Mayıs’a kadar süre verdiler. Hem kendi direnişleri hem de son süreçte birçoğu kazanımla sonuçlanan işçi eylemlerini DİSK/Enerji-Sen Genel Başkanı Süleyman Keskin ile konuştuk.
- “Performans yetersizliği” ve “Uygun konum bulunamadı” denilerek birçok üyeniz işten atıldı. Bunun üzerine işçilerle birlikte eyleme başladınız. İşten atılma nedenlerine baktığımızda bu konuda neler söylersiniz?
Bu durumun çeşitli nedenleri var. Birincisi şu; bu dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesinin hemen ardından aslında taşeron ve güvencesiz çalışan işçi arkadaşlarımızdı. Devlet kurumlarında çalışıyorlardı. Ama özelleştirilmelerle beraber burayı alan bütün enerji patronlarının hepsi şöyle bir şey tercih etti; taşeron çalışma biçimine nasıl devam edebiliriz? Ve arkadaşlarımızın ücretleri Türkiye’nin her yerinde aynıydı öncesinde. Asgari ücret, artı yüzde altmış, artı asgari geçim indirimi, yemek ve yol parası ücreti alıyorlardı. Sonrasında TÜRK-İŞ’e bağlı TES-İŞ sendikası ile beraber işçileri işe alırlarken üye yaptılar. Bir sürü yan hak vesaire olmasına rağmen, Toplu İş Sözleşmesi’nde asgari ücretin az üzerinde bir rakama, çalışma koşullarını mahkûm ettiler işçileri.
Bunun üzerine 30 Nisan günü sokağa çıkma yasaklarının başladığı gün BEDAŞ işçisi iş kolunda grev yasağı olmasına rağmen bir buçuk gün sürelik bir iş bırakma eylemi gerçekleştirdi. Ve onun ardından da süreç BEDAŞ ile başladı ve oradan AYEDAŞ, BAŞKENT, TOROSLAR’a kadar yayılan, sarı sendikayı ve Toplu İş Sözleşmesi’nden kaynaklı ücretleri protesto eden bir vaziyete döndü. Ve arkadaşlarımız DİSK Enerji-Sen sendikasına üye olmaya başladılar.
İlk defa işçi arkadaşlarımızın hayatlarında başlarına geliyor bu; Kendi sendikalarında kendi temsilcilerini seçmeye başladı. İşten atılan arkadaşlarımızın hepsi kendi seçtikleri, kurdukları sandıklar içerisinden çıkan işçi arkadaşlarımız. O isyan ettikleri Toplu İş Sözleşmesi’nde ne sarı sendika ne de işveren enflasyon oranını bu kadar yüksek tahmin etmemişlerdi. Ama enflasyon oranı yüzde kırk üç gibi bir rakam çıkınca döndüler faturayı işçi arkadaşlarımızdan çıkardılar. Yıllardır çalışmış, emek üretmiş ne kadar işçi arkadaşımız varsa, sadece bizim yedi üye arkadaşımız atıldı ama yirmi kişi de sarı sendika TES-İŞ sendikasının üyesi işçi arkadaşımız işten atıldı. Ve böylece direniş başladı aslında.
Artı işveren orada sarı sendikayla anlaşarak aslında ikili bir şeyi tercih etti. Hem işçileri işten çıkardı. Yani daha az işçiyle aynı işi yapmayı tercih etti. Ve bir de dönüp sendikanın, Enerji-Sen sendikasının seçilmiş temsilcilerini işten atarak mücadeleci bir sendikanın da tasfiye sürecine girmiş oldu.
- Özellikle son bir yılda birçok iş kolunda çok sayıda grev gerçekleşti. Yer yer de işçilerin kazanımı oldu. Eylem sürecini başlatırken diğer işçi eylemleri sizi etkiledi mi? Olduysa nasıl etkiledi? Ve İşçi eylemlerindeki ısrarı ve inadı nasıl görüyorsunuz?
Birincisi şunu söyleyebilirim; eskiden bu işleri propaganda etmek, direnişi anlatmak bu kadar çok kolay değildi. Artık herkesin cep telefonu, bilgisayar niteliğinde. Çeşitli sosyal medya grupları görüyor bir şekilde ve bunları görüyor. Temas etmese bile bu direnişlerden bir şekilde haberdar olunuyor. Ve artık direnenler çok açık net söyleyeyim, sendikalar birbirlerinin direnişlerini eskisinden daha fazla takip eden bir pozisyon alıyorlar. Kendi sosyal medya hesaplarından paylaşıyorlar.
Ve her direniş birbirinden etkileniyor. Bursa’da başka bir şirkette çalışan işçi arkadaşlarımızın dönüp buradaki direnişe selam yollamaları veya Migros depoda çalışan arkadaşlarımızın bizim için CarrefourSA’ya girip eylem yapmaları çok değerli ve anlamlı.
İkincisi de şu; bu kadar işçi direnişlerinin üst üste gelmesinin temel gerekçelerinden bir tanesi de; hakikaten son dönemde patronların, sermayenin bu kadar pervasız bir şekilde saldırması, işçileri sefalet ücretine mahkûm bırakmaları. İktidar tarihinin en yüksek asgari ücret zammını yaptığını iddia etmiş olsa bile geçen kısa süre içerisinde gerçekliğini yitirdi bu.
Yoksulluğun bu kadar diz boyu olduğu bir yerde doğal olarak işçi arkadaşlarımız refleksler geliştirmek zorunda kalıyor ve bunu yaparken de bu daha çok bir sınıf öfkesinden ziyade geçinememenin vermiş olduğu o yükün karşısında başka bir direnci açığa çıkarma şekli. Bunun yansımaları diye düşünüyorum. Ve dediğim gibi defalardır gözaltına alındı arkadaşlarımız ama ısrar ve inatla o kapının önüne gitmelerinin temel gerekçesi yaşam koşullarının bu kadar ağır basması.
- Her eyleminiz polisin özel bir baskısıyla geçiyor, bunun nedeni ne?
11 yıldır sendikanın çeşitli kademlerinde görev aldım ve Türkiye’nin her yerinde eylemlilikler gerçekleştirdik. Bu eylemler sırasında gözaltına alındığımız falan olmuştur ama hiçbirinden para cezası almadık çünkü bizim anayasal hakkımızdı, birincisi bu. İkincisi de aslında en meşru hakkımız olan direnme hakkımız elimizden alınıyor. Bunun gerekçesi de içinde gizli. Elektrik meselesi denilen şey o kadar can yakıcı bir durum ki, sadece tek başına bizim işten atılma meselemiz değil. Biz o kapının önünde her seferinde bu işin bir birleşik mücadele olduğunu dile getiriyoruz çünkü enerji patronları öyle sıradan şirketler değil.
Doğayı, ormanları katledenler, yaşadığımız memleketi betona gömenler, iş cinayetlerinde arkadaşlarımızı ölümüne neden olanlar, halkın evine o yüksek faturaları gönderenler, bizi de açlık ve sefalet ücretine çalıştıranlar bunlar. O yüzden bunları söylediğimiz için bu işin, birleşik bir mücadele olduğunu vurguladığımız için, çağrımızı buraya yaptığımız için bu sesin kısılmaya çalışıldığını biliyoruz.
Ama aslında bu işin mağdurları buluşmaya devam ediyor. Yüksek faturalardan dolayı sanat üreten Moda Sahnesi’nin elektrikleri kesildiğinde işten atılan enerji işçileri dayanışmadaydı. Kısılmaya çalışılan asıl ses bu.
O yüzden bu kadar üzerimize geliniyor. Biz de haklı olduğumuzu biliyoruz. Bizim ısrarımız tam da işte bu yüzden.
- Eyleminizi hangi talepler doğrultusunda sürdürüyorsunuz?
Birincisi şu; uluslararası yasalarla da Anayasa’yla da sendika seçme hakkı anayasal bir haktır ve uluslararası olarak da güvence altına alınmıştır. Tüm işçi arkadaşlarımızın işbaşı yaptırılmasını talep ediyoruz. İkincisi; işçi arkadaşlarımızın üzerinde kurulan baskının, mobbingin, tehditlerin bir an önce ortadan kaldırılması, sağlıklı bir çalışma ortamının yaratılması. Bunları talep ediyoruz. Çünkü her yıl ortalama elli enerji işçisi arkadaşımızı iş cinayetlerinde maalesef kaybediyoruz.
- Migros direnişinde olduğu gibi, sizin direnişiniz de şirketin bütününe dönük protesto ve kilitlemelerle geçiyor. Bu yeni tarz etkili oluyor mu?
Bu yeni tarzların etkili olup olmayacağını mücadelenin sonucu gösterecek. Migros Depo’da bu başarılı oldu. Sınıf mücadelesinde sokakta olanlar birbirlerini görüyorlar ve birbirlerini izliyorlar. Ortaya çıkan doğruların hepsi aslında birbirini tetikliyor ve birbirine örnek modeller çıkartıyor.
Migros Depo’da evet bu defa kazandık. Bu bağımsız sendikanın başarısı evet elbette emekleri çok büyüktür ama bütün sınıfın başarısıdır. Aynı zamanda bütün sınıfın kazanımıdır. Her direniş aslında arkadaşlarımıza bir şeyleri kata kata bugüne kadar bir başarı öyküsü çıkardı. Biz de buralara bakıyoruz. O direnişlerden Migros Depo işçisinden öğrendiğimiz çok şey var. Sınıf çok şey öğretiyor. Sınıf mücadelesine kesinlikle bir şeyler katıyor.
- Yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Aslında ciddi bir örgütlenme zemini de oluşmadı mı? Çünkü ciddi bir baskı süreci de var karşımızda ve direnişler de.
Ciddi bir ekonomik krizin yaşandığı, eve ekmek götürmenin bile lüks olduğu bir süreçte ciddi bir mücadele zemini de oluşmuş oldu. Ben sendikal mücadeleye ilk başladığım dönemlerde biz güvencesizliğe karşı bir mücadele örgütlememiz gerekiyor diye bir taraftan başlamıştık ama sermayenin o kadar pervasız saldırıları sonucunda memleket güvencesizleşti. Pandemide çalışmak zorundaydık. Yaşam hakkımızın elinizden alındığı bir süreci aslında biz hep birlikte yaşadık.
Evet, örgütlenme ihtiyacının en yüksek olduğu bir dönemin içerisinden geçiyoruz. Çünkü ekonomik krizin bu kadar yoğun baskı yarattığı bir yerde biz sokağı görebilirsek, işçilerin taleplerini, nabzını tutabilecek sendikal bir çizgi, sendikal bir model yaratabilirsek, işçi sınıfıyla buluşmak işten bile değil.
81 ilin sadece bir ilinde bir direniş yürütüyoruz. Başkent Elektrik’e karşı. Ama şunu biliyoruz. Yirmi bir tane dağıtım şirketi var. 81 ile dağılan bütün enerji işçilerinin gözü kulağının burada olduğunu biliyoruz. Ve son olarak buradan çıkacak bir kazanım birçok şeyi etkileyecek ve tetikleyecek modeller yaratacak. Mesela geçen gün sosyal medyada gördük. Dicle DEDAŞ’ta işten atılmış bir işçi arkadaşımız kapının önünde tek başına oturma eylemi yapıyor ve “İşçiler kapının önünde oturuyorlar. Ben de onlardan öğrendim” diyor. Evet, belki milyonlarca işçi var. Hepsiyle bir temas kuramayacağız, edemeyeceğiz ama yarattığımız bu modellerle beraber bu memlekette hak nasıl alınır; hak verilmez alınır sözü hayata geçirilecek. İşçilerin önüne bunu bir hedef olarak koyan bir hareketlilik yaratabiliriz diye düşünüyorum.
Savaşa karşı emek ve barış
- 1 Mayıs İşçi ve Emekçilerin Bayramı’na giderken başta sizler olmak üzere ülkedeki işçi direnişleri açısından bu süreç nasıl geçecek? 1 Mayıs’a ilişkin bir planlamanız var mı?
Şunu söyleyebilirim. Direnişe başlarken aslında 1 Mayıs startımızı da verdik. İşçi sınıfının yaşadığı, içerisinden geçtiği ülkenin ekonomik kriz ve yoksullaştırma süreci başta olmak üzere, süren savaşlara karşı barışın, kardeşliğin dilini o alana yansıtacak bir vaziyette olmalıyız.
Tüm dünyada 1 Mayıs’ı birlik mücadele dayanışma günü olarak kutluyoruz. Bu sene, bu kadar çok işçi direnişinin olduğu, mücadelelerin önplana çıktığı bir yerden 1 Mayıs’ı tüm Türkiye’de bulunduğumuz her alanda kutlayacağız.