Kapitalist endüstri tohumların genleriyle oynayıp sertifikalaştırmasıyla birlikte çiftçiler şirketlerin adeta birer kölesi oldu. Bu köleliğe karşı komünal ekonomi bir zorunluluk
Bişar İçli / Diyarbakır
Bilimsel araştırmalardan anlaşılacağı gibi çiftçilik yani tarımla uğraşmak, avcı-toplayıcılıktan daha fazla emek isteyen bir uğraş olmasına rağmen insanlık tarihinde çok büyük bir ilerlemedir. Besinin elde edilme sürecinde, toprağı açmak, havalandırmak, tohum ekmek, her türlü zararlıdan temizlemek her ne kadar fazla emek gerektirse de yaşamda ihtiyaçların karşılanmasının yanında, doğal toplumların kültürleşme, toplumsallaşma anlamında ilk adımlarının atılması açısından önemli bir durumdur. İnsanlık tarihi ve geleceği için tarımın ve onun en önemli ögesi olan tohumun önemi gözler önündedir. Geçmişle aramızdaki farklara gelince yerleşiklik artmış, teknoloji gelişmiş, fakat buna rağmen büyük bir insan kitlesi gıdaya ulaşamamaktadır. Zira bugün hâlâ yeryüzünde açlık ve gıdaya ulaşamamak büyük bir sorunken, bunun yanında güvenli gıdaya ulaşabilmek ise bir diğer sorun olarak önümüzde durmaktadır.
Claude Levi-Strauss ‘Yaban Düşünce’ eserinde doğal toplum kültürünü hâlâ koruyan yerlilerle, modern insanı karşılaştırmış ve ‘Modern’ insanın toprağa saygısı olmadığını belirtmiştir. Strauss, “Brezilyalı bir Omaho yerlisi zevk için çiçek bile koparmaz. Sadece açken bitki toplar. Topladığında da bitkinin dibine ufak bir tütün sungusu koyarak bitkinin ruhunun gönlünü almayı hiç unutmaz” der. Doğal toplumda üretim süreci, aslında aynı zamanda doğayı yeniden yaratma ve büyütme sürecidir. Bu üretim süreçleri belli dönemlerde yaşanan gelişmelerden dolayı değişimlere uğramıştır.
Tarım şirketlerin elinde
Sanayi Devrimi ile yeni buluşların, aletlerin, araçların üretime olan etkisi, buhar gücüyle çalışan makinelerin, makineleşmiş endüstriyi geliştirmesi, sürekli birikim üzerine kendini var eden kapitalizmi büyütmüş, yaratılan süreçle birlikte bugün çağlara damgasını vuran kapitalist modernite kavramsallaştırılmasında ezelebet bir konuma gelmiştir. Endüstrileşme ile birlikte tarım sektöründeki iş gücü, nüfus ihtiyacı azalarak, tarımla uğraşan nüfusun kentlere yoğun göçü başlamıştır. Sanayileşme sürecinde devlet politikalarından “ülke’nin bir tarım ülkesi değil sanayi ülkesi olması gerektiği” gibi hâkim düşüncelerin gelişmesi sonucunda ekonomide tarımın rolü ve önemi azalmaya başlamıştır. Bu olumsuzluklar karşısında, kimyasal ilaç ve gübre kullanılmadan yapılan organik tarım terk edilmeye başlanmış ve verimliliği en yüksek noktaya ulaştırmak üzere emek ve teknolojiyi en üst sınırda kullanarak, en kısa vadede kârı hedefleyen ekonomik bir girişim olarak endüstriyel tarım devreye girmiştir. Büyük toprak sahipleri gelişen teknolojinin her türlü araçlarını tarım alanlarında kullanmaya başlamışlardır. Endüstri ilk başlarda tarımı daha kolay hale getirmiş, ürünler daha hızlı olgunlaşarak soframıza ulaşmıştır, ancak bunun yanında toprak, su, tarım ürünlerinin yarattığı kirlenme ile dünyada ve ülkemizde hem insan sağlığı hem de diğer canlıların sağlığı için büyük tehdit oluşturmuş, bütünüyle ekosistem tahribata uğramıştır.
Şirketler toprağı zehirledi
Tarımda makine kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte devasa şirketlerin kimyasal gübre, tarım ilaçları ve tohumların yaygınlaşması hem çeşitliliği azaltmış hem de genetiği değiştirilmiş ürün olarak bilinen GDO’lu ürünlerle organik tarımın azalması sonucu birçok hastalık da ortaya çıkmıştır. GDO’lu ve sertifikalı tohumları, diğer anlamda hibrit tohumları üreten ve satan şirketler aynı zamanda tarımda kullanılan kimyasal ilaçlar olan pestisitleri de üretmektedir. Bunun yanında pestisitler toprağa faydalı canlılara zarar vererek toprağı verimsizleştirmekte, toprağın ve bitkinin minerallerine etki ederek üretimden sofraya ulaşmasıyla birlikte insanların sağlığına ciddi zararlar vermektedir.
Şirketler önce toprağın doğal döngüsüne zararlı hibrit tohumları satarken, kendiliğinden gelişen bitkilere de zararlı ot deyip, onları ortadan kaldırmak için de pestisitleri satmaktadır. Burada suni bir ihtiyaçlık durumunun yaratılmasından öte, önce hastalık yaratıp arkasından ilacını satması, böylelikle çiftçiyi tamamen kendisine bağlamış olması söz konusudur. Bu tohumlardan verim alınması için üretilen ilaçların da kullanılması gerektiğinden çiftçiler tohumla birlikte bu ilaçları ve gübreyi almaktadır. Şirketlerin ürettiği tohumlar doğal yollarla elde edilmediğinden dolayı bu tohumlardan tohumluk ayrılamamaktadır. Her ekim zamanı çiftçi kendi tohumunu üretemediğinden yeniden tohum satın almak zorunda kalmaktadır.
Tarımsal zehir pestisitler
Üreticilerin su, elektrik, mazot ve işgücü gibi giderleri gelirlerinden fazla olması ekonomik anlamda çiftçileri zorlayan ve topraklarını terk etmesine neden olmaktadır. Bunun yanında genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) ve hibrit tohumlar ile yapılan endüstriyel üretim tarımsal faaliyetleri geriletmiştir. Genetiği değiştirilmiş organizmalar ve hibrit tohumlar sonucu tarım için önemli faktör olan biyoçeşitlilik daraltılmakta, bununla birlikte mono kültürle üretim doğal çeşitliliğin bozulmasına neden olmaktadır. Mono kültür, hibrit tohumla başlarken, kısa zamanda verim ve üretim marjı için tek bir çeşide yönelinmesi sonucu bu topraklarda diğer türler üretilemez hale gelmektedir. Uzun süreçte toprağın tuzlanması sonucu gelişen çoraklaşma çölleşme sorununu ortaya çıkarmaktadır.
Ülkemizde pestisit zehirlenmeleri ile ilgili ayrıntılı istatistik veriler bulunmamakla birlikte Ulusal Zehir Danışma Merkezi 2008 Yılı Çalışma Raporu Özeti’ne göre 2008 yılında görülen 80 bin kadar zehirlenme olgusunun yüzde 8.34’ü tarım ilaçları nedeniyle olduğu belirlenmiştir. Pestisitler kronik olarak, sinir sistemi ve endokrin sistemi üzerine toksik etkiler, karaciğer yıkımı, doğumsal hasarlar, solunum ve kardiyovasküler sistem etkileri ve kanserojenik etkileri oluşturabilmektedir. Dünyadaki tarım üretimi tüm insanlara yetecek miktardan daha fazla üretim gerçekleşmektedir. Buna rağmen dünyada 1 milyar insan aç, 1 buçuk milyar insan ise gıdaya erişme sorunu yaşayarak yetersiz beslenirken, 1 milyarın üzerinde insan ise aşırı yemekten dolayı obez yani hastalıklı bir hayat sürdürmektedir.
Sağlıklı, yeterli ve güvenli gıdaya ulaşmak için çiftçinin kendi yerel tohumlarını üretebilmesinin önü açılmalı ve desteklenmelidir. Yerel tohum derken ülke içindeki şirketlerin ürettiği ‘yerli tohumu’ kastetmiyoruz, çiftçinin kendi ürünlerinden ürettiği ana tohum yerel tohumdur. Sertifikalı tohum kullanılması sadece şirketlerin çıkarınadır. Çiftçinin devlet desteği alması için bu tohumların kullanması gerekmektedir ve dolayısıyla çiftçi değil tohum üreticisi şirket desteklenmektedir. Salgın süreciyle birlikte yerel üretimin önemli ortaya çıkmıştır.
Komünal ekonomi
Kapitalist modernitenin bu haliyle artık sürdürülemeyeceği açıkça görülmüştür. Salgın sürecinde atmosferde kısa süreli de olsa yaşanan olumlu değişiklik, yabani hayvanların caddelere sokaklara inmeleri, kapitalist modernitenin nelere yol açtığını ortaya sermiştir. Yaşanan salgın, alışkanlardan yaşam tarzlarına kadar bir dönüşüm sağlamış durumda ve insanlar artık kırsala-köylere geri dönmeyi düşünmeye başlamıştır. Kırsala dönüşle beraber, doğayla geliştirilecek simbiyotik yani doğayla karşılıklı yarara dayanan bir ilişkilenmenin sağlanması ve tekrardan üretimin özüne dönülmesi gerekmektedir. Bununla birlikte ortaya çıkan tecrübeye dayalı, çiftçilerle el ele yerel tohumların üretiminin başlaması elzemdir. Özellikle bu anlamda komünal ekonomiyi temel alan üretimler kooperatiflerde buluşturulabilmeli, tohumların paylaşımından üretime kadar kolektif anlamda üretimler organize edilmelidir. Ayrıca toprağa atılan tohumun ekimine, hasadına, sofraya kadar insanların birlikte gerçekleştireceği, üretim süreci sonunda tükettiği besinlerin güvenliğinden emin olunan bir sistem yaratılmış olacaktır.