Herdem Fırat
Herhalde dünya hiçbir zaman bugün olduğu kadar endişeli olmamıştı. Aynı zamanda hiçbir zaman bu kadar kınama mesajları yayınlanmamıştı. Bazen merak ediyorum acaba Osmanlılar ile Rusya savaşa girdiğinde Avrupa gelişmelerden ‘derin endişe’ duyuyor muydu? Ya da Roma, Spartaküs isyanı sonrası binlerce insanı katlettiğinde diğer devletler kınama mesajları yolladılar mı? O zaman da birileri endişe duymuş mu? Muhtemelen endişe duyanlar ya da kınayanlar olmuşlardır. Tabi şöyle bir şey de var; siyasi bir tutum olarak endişe ve kınama terimleri o zaman var mıydı bilemiyorum. Ama duygu ve düşünce olarak varlığını kabul etsek bile endişe duymanın ve kınamanın tarihin seyrinde bir değişiklik yaratmadığı ortada. Yani bir eylem kınandı diye gerçekliği ortadan kaldırılmıyor. Bir katliamdan endişe duyuldu diye katliamın etkisi azalmıyor. Bir tutum belirleme olarak endişe duyma ve kınamanın önemi olsa da egemenler açısından çoğu zaman gerçek niyeti gizleme aracına dönüşüyor.
Geçen gün polislere dönük bir saldırı sonrası hemen her kesim kınama mesajı yayınlama yarışına girdi. Sanki kınayınca gerçeklik ortadan kalkıyormuş gibi. Oysa kınama aslında gerçekliği en çok perdeleyen tutum oluyor. Gerçek bir durum tespiti yapılmadan, yayınlanan her kınama gerçekliğe, hakikate vurulmuş bir darbedir. Türkiye’deki faşizm ve anti-demokratik uygulamalar göz önünde bulundurulmadan ortaya konan her tutum iktidara hizmet eder. ‘Kınama’ faşizmin kendini üzerinde inşa ettiği bir alan oluyor. Eğer bir şey kınanıyorsa doğalında ona karşı mücadele de edilmesi gerekir. Bir taraftan kınayıp bir taraftan kabul etme siyasal iktidarların izlediği bir politikadır. Bundan dolayı gerçek bir muhalifin politik tutumu olması beklenemez.
Avrupa Modernitesinin kendi maddi-ekonomik çıkar yasalarına göre dünyadaki kimi olayları kınaması, kimi gelişmelerden endişe duyması hakikati ekonomik çıkara endeksleyen bir durum ortaya çıkarmıştır. Ulus-devlet aklının yarattığı faşizm kınamayı ve endişe duymayı ırk-millete endeksliyor. Böyle olunca da kınama ve endişe aslında ezilen ve imha edilmek istenen kesimlere karşı en büyük silaha dönüşüyor.
İyi Parti Genel başkanı Meral Akşener kısa bir süre önce katıldığı bir Tv programında mevcut durumdan ‘çok endişeli’ olduğunu belirtti. Gerçek niyetini ortaya koymadan gösterilecek cumhurbaşkanı adayının seçilmemesinden endişe duyduğunu belirtti. Oysa duyduğu, hissettiği endişenin nedeni bellidir. Türkiye yeni bir seçim atmosferine giriyor ve bu atmosferde sol-sosyalist ve demokratik parti ve hareketlerin belirleyici olduğu bir pozisyonları var. Belki de ilk defa bu kadar keskin bir viraja giriliyor. İktidardaki AKP-MHP her ne kadar faşizmi zirve noktasına çıkarmışlarsa da sonuç alamıyorlar. Şimdi Meral hanım haklı olarak bu kadar desteğe rağmen inkar ve imhayı gerçekleştiremeyen bu faşist blok sonrası parçalı bir iktidar olması halinde bu politikayı nasıl gerçekleştireceği konusunda derin endişeler duyuyor. Kürt halkının ve dostlarının özgürlük mücadelesinde geldiği düzeyi engelleyememenin endişesini duyuyor. Yüzde elli oy almış bir iktidarın devletin, medyanın, iş dünyasının tüm desteğine rağmen bitiremediği ‘terörü’ yüzde on almış bir parti nasıl bitirecek? İşte Meral hanımı endişelendiren konu budur. Yoksa mesele demokratik ve özgürlükçü kriterlerin darbe yemesinden duyulan endişe değildir.
Altılı masa denilen muhalefet son toplantısından sonra dokuz başlıkta çalışma başlatacaklarını belirtiler. Dokuz başlığa baktım. İçinde birçok konu var ama bu konuların dayandığı en temel husus olan demokrasi ve özgürlük başlıkları yok. Hukuk adalet deniliyor ama kimin hukuku, kimin adaleti? Şimdiki iktidar da adalet ve hukuk diyor. Hatta partinin adında adalet var. Ama adalet denilince adalet gelmiyor. Adaleti nasıl sağlayacağını söylemiyor. Ama rahatlıkla kınama yapabiliyor, endişe duyabiliyor.
Şimdi İran’da ‘Jin, Jiyan, Azadî’ sloganıyla kadınlar despotik molla rejimine başkaldırmış durumda. Her gün yüzbinlerce kadın sokakları dolduruyor. Her gün özgürlük isteyen kadınlar katlediliyor. Dünyanın çeşitli halkları destek ve dayanışma eylemlerinde bulunuyor. Peki hegemonik güçler, BM, ABD, AB ve NATO ne yapıyor? Kınıyor ve endişe duyuyor. Ötesi yok. O zaman demek ki kınama ve endişe duyma direnen halkların, faşizme karşı savaşan hareketlerin yapacağı bir şey değil. Muktedirlerin kendi hempalarını korumak için başvurdukları bir yöntem biçimi oluyor. Neyden edişe duyuyorlar? Mezalime dönüşen kapitalist sistemin yıkılmasından endişe duyuyorlar. Refahlarını üzerine kurdukları halkların artık bu düzeni yıkmasından endişe duyuyorlar. Neyi kınıyorlar? Faşizme vurulan darbeleri kınıyorlar. Peki böyle bir durumda özgürlük mücadelesi yürüten hareketlerin tutumu endişe duyma ve kınama olabilir mi? Gayet açık ki olamaz. Olsa olsa bu gidişattan moral alma, bu sistemin dağılmasından heyecan duyma olabilir.
Rojava’da devrim oldu ve bu devrimin başarılı olmaması için her yerden baskılar gelişiyor. Türkiye defalarca işgal saldırısı düzenledi. Birçok yeri işgal etmiş durumda. Desteklediği çeteler insanlık suçu kapsamına giren ne kadar suç varsa işlemiş durumda. Bunun karşısında uluslararası güçler ne yapıyor? Ya endişe duyuyor ya da kınıyor. Şimdi Rojava yönetimi de çıkıp “Bu gelişmelerden endişe duyuyoruz, bu saldırıları kınıyoruz” derse ne oluyor? Saldırılar biter mi? Devrim daha mı gelişir? Demokratik çözümün yolu açılır mı? Bunların olmayacağı açıktır. O zaman şu açıktır ki devrimciler uluslararası hegemonik güçlerin kullandığı argümanları kullanarak ne kazanımlarını koruyabilirler ne de devrimi geliştirebilirler.
Endişe duyma ve kınama modernitenin geliştirdiği en etkili oyalama yöntemidir. Hegemonik güçlerin bir devlete veya güce nasıl müdahalede bulunacaklarına karar verinceye kadar izledikleri sürecin adıdır ‘endişe duyma ve kınama’. Bir diğer değişle ekonomik çıkarların analiz edildiği, girdi-çıktıların birbirini tutup tutmadığının değerlendirildiği, kâr oranının hesaplandığı süreçtir. Faşist-ırkçı oluşumlar içinse farklı sesleri bastırmanın, insanların istenilen çerçevede konuşmaya zorlandığı bir süreçtir. Yani faşist sistemi onaylama ve meşrulaştırma sürecidir. O halde modernitenin geliştirdiği bu yöntemin karşısında toplumsal özgürlük mücadelesi veren hareketlerin tutumu endişe etme ve kınama değil, daha fazla mücadeleyle hegemonik güçlerin bu oyalama sürecini, faşizmin kurumsallaşma sürecini teşhir etmek ve boşa çıkarmak olmalıdır.