COVID-19 küresel salgını döneminde tüm dünyada pek çok araştırma yapıldı, yapılıyor. Bu araştırmaların bir kısmı da COVID-19’un bulaşma risklerini ortaya koymayı hedefliyor. En riskli durumlar, riskli mekanlar belirlensin ki bulaşmaya karşı etkili önlemler alınabilsin… Yapılan bu araştırmaların sonuçlarının yaygınlaşması ise ayrıca önemli. Sonuçlar yaygınlaşsın ki salgın gibi kriz durumlarında geniş kesimlere dağılan “söylentilerin” ve “bilim dışı bilgilerin” yerini “gerçekler” ve “bilimsel bilgi” alsın…
COVID-19 ile ilgili yakın dönem yapılan araştırmaların bir kısmı son günlerde çoğu kimsede korku ve kaygı yaratan bir söylentiyi çürütmüş. Hatırlayacaksınız; COVID-19 İngiliz varyantının çocukları daha fazla etkilediği ya da çocuklarda daha ağır hastalık yaptığı söylendi durdu… Bu yüzden de mutlaka okulların kapanması, çocukların açık havaya bile çıkarılmaması gerektiği belirtildi.
Oysa bu araştırmalara göre, COVID-19 hastalığının ağır seyretme riski ve bulaşıcılığı bu varyant varlığında dahi yaş azaldıkça keskin biçimde azalıyor. Yani; okul öncesi ve ilkokul yaş grubu COVID-19’dan en az etkilenen ve bulaştıran grup olmaya devam ediyor.
On iki yaş üstü gençler ise hastalıktan daha az etkilenmekle birlikte bulaştırıcılıkları yetişkinlerle yaklaşık olarak aynı.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili bir bilgi notu yayımladı. TTB bu bilgi notunda çok uzun süredir kapalı olan okulların çocukların yaşamında ne kadar önemli olduğunu vurgularken, dünyada Türkiye dışında “AVM’ler, restoranlar, fabrikalar ve iş yerlerini açık tutarken okulları kapatan başka bir devletin bulunmadığını” söyledi.
Zaten Türkiye OECD ülkeleri arasında ilkokulları açık ara ile en uzun süre kapatan ülke.
TTB, Türkiye’de okulların kapalı tutulmasının fayda ve zararları ile ilgili somut veri bulunmamakla birlikte, tüm dünyada toplanan veri ve bilgilerin Türkiye bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Bu verileri de şöyle sıralıyor:
*Çocuklar COVID-19 nedeniyle tehlikede değiller, toplumda yayılma için tehlikeli değiller.
*Okullar bu salgında, salgının ana yayılma merkezi değildir ve okullarda görülen olgular toplumdaki yayılmanın bir yansımasından ibarettir.
*Çocuklar daha az bulaştırıcı olduğu için, COVID-19 geçiren çocukların hastalığı okullardan değil, çoğunlukla birlikte yaşadıkları yetişkinlerden ya da restoran, düğün vb. diğer kalabalık ortamlardan aldığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, okulların kapanması COVID-19 yayılımını azaltmamakta; açılması ise COVID-19 vakalarını artırmamaktadır.
*Okulların kapatılmasının ciddi toplumsal zararları vardır. Çocukların zihinsel, sosyal ve bedensel gelişimlerinde geri dönüşü olmayan kayıplar yaşanmaktadır.
*Eğitimden uzak kalmak çocuklarda bilişsel gelişimi aksatmaktadır. Yaş ne kadar küçükse bu etki o kadar fazla olmaktadır.
*Uzaktan eğitime de erişimi olmayan çok sayıda çocuk vardır. Milli Eğitim Bakanlığı EBA – Eğitim Bilişim Ağı ile uzaktan eğitime farklı kaynaklara göre, öğrencilerin yüzde 12 ila yüzde 32’sinin erişimi yoktur. Yani 2 ila 6 milyon çocuk ve genç bir yıldır eğitimden kopmuştur.
*Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan, ana dili Türkçe olmayan ve orta-düşük sosyoekonomik düzeyden ailelerin çocuklarının ve özel eğitime ihtiyacı olan öğrencilerin kayıpları en fazla olmaktadır.
*Evde kalmanın çocuklar için riskleri ağır ihmal, istismar, artan açlık, işçi olarak çalıştırılma, erken yaşta evlendirilme, örgün eğitimden tamamen kopma, Türkçe öğrenmek için en önemli dönemin kaçırılmasıdır.
*Çocuk istismarı artmakta ve buna karşılık istismarı tespit olanağı azalmaktadır.
*Özellikle okul öncesi eğitime erişimin sınırlanması nörogelişimsel açıdan hali hazırda ‘gri bölgede’ olan çocukların durumunun ağırlaşmasına sebep olmaktadır. Bu durum, kısa ve orta vadede öğrenme güçlükleri, gelişme gerilikleri, otizm, dikkat eksikliği ve hiperaktivite gibi sorunlar yaşayan çocukların sayısında ciddi artış getirecektir.
*Okulların kapalı kalması nedeniyle kadın istihdamı azalmış ve ekonomik gücü azalan ve bakım yükü artan kadınların maruz kaldığı şiddet artmıştır.
TTB ayrıca okulların “En Son” kapanan ve “İlk” açılan yerler olması gerektiğini talep ediyor ve okulların ancak tüm sektörler kapandığında, sağlık gibi elzem sektörler dışında tüm yetişkinler evlerde kaldığında hâlâ vaka sayıları düşmemişse gündeme gelebileceğini belirtiyor. Bu kapanmaların da sadece birkaç hafta ile sınırlandırılması gerektiğini ekliyor.
Araştırmacılar Tomris Cesuroğlu ile Aysuda Kölemen’in hazırladığı “Pandemi Koşullarında Eğitim Gerçekleri” adlı rapor da bu verileri destekliyor. Raporda örgün eğitimin durdurulmasının halk sağlığı sorunu olduğu belirtiliyor. Araştırmacılara göre, uzaktan eğitim sürecinden milyonlarca öğrenci ve dezavantajlı gruplar olumsuz etkilenirken, süreç pandemi önlemlerine değil dev özel okul zincirlerinin işine yaradı.
Birkaç gün önce Eğitim Sen de bir açıklama yaptı. Sendika; pandemi sürecinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) “öngörüden yoksun ve plansız bir süreç yürüttüğünü” söyledi. Özellikle tercihe bağlı sınav sistemini eleştirdi. Salgında eğitimin stratejisinin; yüz yüze eğitime, yüz yüze eğitimin fiziksel alt yapısının oluşturulmasına ve yeni öğretmen atamalarına, öğretmen aşılamalarına çevirmesi gerektiğini söyledi.
Araştırmalar böyleyken, ilgili meslek örgütlerinin bu araştırmalar temelinde talepleri belliyken ne yazık ki 17 Mayıs günü açıklanan “kademeli normalleşme” planına göre okullar hâlâ kapalı…
1 Haziran’dan sonra ne olacağı da belli değil. Öğretmen aşılamaları ise yeni başladı.
Durum böyleyken insanın aklına “128 milyar dolar nerede?” sorusu geliyor… Çünkü söz konusu milyar dolarlar olsaydı ve salgın önlemleri için harcansaydı, sanki çocuklar bugün okullarına gidebiliyor, öğretmenler yaşamlarını kaybetmiyor olurdu. Ne dersiniz? Okulların açılmasıyla 128 milyar doların bir alakası var mıdır?