“Merhem iyi işlesin diye nasıl sürülen yeri ovup kızıştırmak gerekiyorsa, peşin hükümlere, önyargılara karşı da bir önsöz gereklidir.” Francis Bacon
***
Bugün artık “önyargı” ve bunun getirdiği bağnazlık, yaşamın her alanında olduğu gibi, siyasetin de önündeki en büyük handikap haline geldi.
Hani bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak denir ya, çoğu yargılar neredeyse daha doğar doğmaz kulağımıza fısıldanan ve sonrasında zihnimize kazınan toplumsal ezberlerdir. Düşünce dünyamız ve yaşantımız da buna göre şekillenir. Ancak yargılarımızın kökleşme süreci önyargılarımızı test etmeden gözü kapalı ezber bir hale dönüşürse yanıltır bizi.
Zihnin at gözlüğü gibidir önyargı. Zihnimizde oluştuğu andan itibaren bize hata yaptırma ihtimali çeşitli sebeplerden dolayı yüksek olabilir. Bunlardan biri, önyargımızın başkaları, hem de hiç tanımadığımız başkaları tarafından oluşturulmasıdır. Söz gelimi, gazete, dergi ve de özellikle televizyon programlarını izlerken bu türden bilgilere muhatap oluruz ancak o bilginin kaynağına inmeden ezberimize alırız. Tanımadan, konuşmadan, elimizde bir kanıt ve deneyim olmadan başkaları hakkında yalan yanlış bilgilerle bir hükme vararak hüküm veririz. Bu türden peşin hükümlerin sonucunda da hiddete ve şiddete dayalı yollara başvururuz.
***
Adorno, önyargı teorisinde insanların antisemitik duygulara ve ırkçı, ayrıştırıcı propagandaya duyarlı olduklarını belirtir. “Önyargı sendromu otoriter karakterin işaretleridir. Tahammülsüzlük, gerçeğin basite indirgenmesi, kalıp yargı, kişileri kabul ve kullanma eğilimi ve kategorik çerçevede düşünme, ben korkusu, tehdit korkusu, genel güvensizlik ait olunan gruba güçlü bir bağlanmayı ve karşıt gruba karşı savunma ve hoşgörüsüzlüğü beraberinde getirir” der.
Yine bir başka düşünür W.Scott, “Zaman, yer ve muhatap sayısı itibarıyla sınırlı sayıda gözleme dayandırılan yargılar gerçekçi ve kuşatıcı olamaz. Bunların genelleştirilmesi ise daha büyük bir haksızlık olur. Sosyal grupların, diğer sosyal gruplar hakkındaki önyargıları ise beraberinde çok daha büyük ve telafisi zor sıkıntıları getirir” diyor. Ama asıl daha tehlikeli olan, yargımızı çürüten ve bizi onu değiştirmeye zorlayan daha sonraki tecrübelere rağmen o yargıda ısrarlı olmamız, gerçeği görmek ve kabul etmek istemeyişimizdir. Albert Einstein’in deyişiyle: “Çok hazin bir çağda yaşıyoruz. Bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha zordur.”
Önyargılar zihne belli sınırlar çeker ve bu sınır dışından söylenilen her söze, her görüşe karşı çıkar. Bu tür davranışlar kişinin kişisel gelişimine set çeker ve belli düşüncelere belli cevaplar veren şablon fikirler meydana getirir. Böylesi bir düşüncenin panzehri, olay ve olgulara eleştirel bakabilme, eleştirel düşünmeyi bilmektir.
***
Eleştirel düşünme, alışılmışın dışında düşünmeyi içerir. Bu salt düşüncelerin, davranışların eleştirilmesi değil; alışılmışın dışında farklı açılardan bakabilmek ve yeni yorumlar getirmek demektir. Eleştirel düşünce, kendiliğinden gelişen bir süreç değil elbet; insana yönelik bir uğraş alanı içinde olduğumuzun farkındalığını gösterir. Kendini yenileyebilen bir sürecin uzantısı olarak yeni açılımlar sağlar. Hem eleştirel olabilmek, hem bir duruşa sadık kalmak ve buradan da özgün bir söylem üretebilmek hem sanat, hem sosyal yaşam için hem de siyaset açısından en ideal çerçevedir. Yoksa koyun sürüsü gibi oluruz ve evet, “Koyunlardan oluşan bir millet, kurtlardan oluşan hükümetler doğurur.”