Bu haftaki yazımda Alevilerin Muharrem Yası dolayısıyla tutukları oruçtan söz etmek istedim. Malum, yarın Aşure ve Hazreti Huseyn’in şehadetinin 1338. yılı. Hazreti Ali’nin hakka yürümesi ve Muaviye’nin hileli yollarla hilafeti ele geçirmesinden sonra İslam dünyasında daha önce konsensüsle doldurulan Halifelik makamı, İslamın felsefesine aykırı bir biçimde saltanata dönüşmüştür. Hazreti Ali’den sonra beşinci halife olan Hazreti Hasan, Muaviye’nin baskısı ve İslamın tüm kurallarına uyacağı vaadi ile hilafetten çekilmiş ve kısa süre sonra Muaviye tarafından zehirletilerek şehit edilmiştir. Muaviye’nin ölümünden sonra oun yerine geçen oğlu Yezid, özellikle Hazreti Huseyn’den biat istemiş, reddedilmiştir. Irak halkının daveti üzerine yanında 72 asker ve aileleriyle Irak’a gelen ve Yezid’in baskıları sonucu arkasından çekilen Kufe halkının yalnız bırakmasına rağmen biat etmeyen Huseyn’in ve adamlarının etrafı Yezid ordusunca Kerbela’da çevrilmiş, aç ve susuz bırakılarak birkaç günlük bir savaştan sonra çoluk çocuk demeden tamamı kılıçtan geçirilerek şehit edilmişlerdir. Bu olaydan sonra Alevi camiası ve Şiilerce lanetle anılan Muaviye ve oğlu Yezid, bir kesim Sünni Müslüman tarafndan Muaviye’nin sahabe olması, dolayısıyla cennetlik sayılması gerektiği, Yezid’le Huseyn arasındaki savaşın da iktidar mücadelesi olduğu gerekçesiyle telinin yersiz olduğunu belirterek, onlar “hazret” sıfatıyla anılmaktadır. Tabii Muaviye’nin sahabeliği tarihin bileceği bir şeydir.
Yazının başlığı olan “empati”ye gelecek olursak, öncelikle kelimenin, “sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma”, “kendini başkasının yerine koymak” gibi bir anlamı var. Empatiden neden söz ediyoruz? Bu gün Muharrem orucunun dokuzuncu günü. Dokuz gündür gördüğüm kadarıyla Aleviler çok büyük bir oranda oruç tutmaktadırlar. “Gördüğüm kadarıyla” diyorum, çünkü görmediğim yerlerden bir haberimiz olmuyor doğal olarak. Ne sorarız, ne de söylerler. Bu satırların yazıldığı dün öğle saatlerine kadar hiçbir yerden ne bir kavga, ne bir olay haberi geldi oruçla ilgili. İş yerlerinde, okullarda, üniversitelerde kavga, yaralama, öldürme olmuyor, oruç tutmayanların evleri kırmızı boyalarla işaretlenmiyor. Sahurlarda oruç tutmayanların evlerinde elektrikleri açma derdi yok. Çünkü oruç, sessiz ve sakin bir biçimde tutuluyor. Ne iftar, ne sahur topu, ne de gösterişli iftar yemekleri var. İş yerinize gelen bir Alevi eğer oruçsa ikramınızı, niyetli olduğu gerekçesiyle değil, kibarca bir teşekkürle reddeder.
İşte toplumsal barış ve dostça bir arada uyum içinde yaşamanın şartı bu empatinin tüm toplumsal kesimlerce kabulüdür. Bir de “yüzde doksan dokuzu Müslüman”, “bölünmez bütünlük” teranelerine ragmen karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş olan toplumumuzun ve onun aynası olan medyamızın durumuna bakalım. Nerdeyse tamamı ele geçirilmiş olan yazılı ve görsel medyanın hali meydanda. Kendilerine yapılan haklı bir eleştiriyi ve en ufak bir olayı bile büyüterek, yalan ve sahte belge ve fotoşoplarla karşılayan bu medya, günlerdir 3. Havalimanı inşaatında olanları görmüyor, gerçeği yansıtan en ufak bir haber yapmıyor. Devletin kanunlarına, uluslararası antlaşmalara, Türkiyenin taraf olduğu ILO sözleşmelerine aykırı bir biçimde Ortaçağ şartlarında çalıştırılan, tahta kuruları ile cebelleşen, ücretleri aylarca ödenmeyen, ödenenlerin de tamamı gösterilmeyip eksik sigorta primi yatırılan işçilerin hak talepleri, devletin ağır baskısı, işten çıkarma, gözaltı, dayak ve işkenceyle, ceza ve tazminat tehditleriyle karşılanmakta, havuz medyasınca dış mihrakların emriyle hareket eden vatan hainleri olarak nitelendirilmektedir.
Günlerdir insanlarımızın ve hayvanlarımızın hayatını tehdit eden şarbon salgını hakkında tek söz edilmemekte, hastanelerde doktorlara şarbon teşhisinin raporlaştırılmaması yolunda baskı yapıldığı iddialarına yer verilmemektedir. Ülkenin iflasın eşiğine geldiği ve ekonomik krizin can yaktığı bir dönemde Cumhurbaşkanlığı hangarındaki on iki uçağa rağmen dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde bulunmayan 400 milyon dolarlık bir uçan sarayın alınması ile ilgili tek satır haber çıkmamakta, saklanamaz hale gelince haberleştirenlerin mahkemelerce korkutulmasından kimse söz etmemektedir. Eğer gerçekten barış içinde ve dostça yaşayan bir toplum olacaksak, empatinin değerini bilmek zorundayız.
Bu vesileyle yarınki Aşure lokmalarının barışa ve özgürlüğe vesile olmasını, Hakk indinde kabulünü dilerim.