AKP hükümetinin uyguladığı ekonomi politikaları halkın çok büyük kesimini Türkiye ve hatta dünya tarihinde görülmemiş bir hızla yoksullaştırıyor, yoksunlaştırıyor. Yoksullaşan halk kesimlerinin başında da emekliler ve çeşitli nedenlerle (dul ve yetimler, malul, iş göremez vb.) SGK’dan aylık alanlar geliyor.
Türkiye’de 10 milyon 250 bini yaşlılık (emeklilik), 4 milyon 150 bini dul ve yetim, geri kalanı da malullük ve iş göremezlik aylığı alanlar olmak üzere yaklaşık 14 milyon 726 bin kişi SGK’dan aldığı aylıkla geçiniyor (SGK İstatistikleri, Mayıs 2023). SGK’dan ödenen aylıklara, -yıl sonu enflasyonu Merkez Bankası tarafından yüzde 58 olarak açıklandığı bir dönemde- sadece yüzde 25 artış yapıldı. Seçim öncesinde en düşük emekli aylığı 7 bin 500 TL’ye çıkarılırken bu artış kök ücretlere yansıtılmadığı ve Temmuz’dan geçerli olacak artışın sadece kök ücretlere yapılması nedeniyle işçi ve BAĞ-KUR emeklileriyle malullük ve iş göremezlik geliri alanların önemli bir kısmının ücretleri neredeyse hiç artmadı. Böylece 15 milyona yakın yurttaşın önemli bölümünün geliri, Türk İş’in -TÜİK’in gerçek fiyat artışların çok gerisinde kalan enflasyon verilerine dayanan hesaplarda bile- Temmuz 2023 için 12 bin 658 TL olarak açıkladığı açlık sınırının neredeyse yarısı, 37 bin 974 TL olan yoksulluk sınırının ise beşte biri seviyesinde kaldı.
Yaşlılık ve diğer nedenlerle gelir elde edecek bir işte çalışamadığı için “iş başında olduğu dönemlerde ödediği primlerin karşılığı olarak” SGK’dan aldığı gelirle geçinen milyonlarca yurttaşın açlığa sefalete terk edilmiş olmasının ardında işverenden prim toplanmaması, toplanan primlerin başka amaçlarla kullanılması gibi nedenler var. Bunun yanı sıra genel bütçenin sosyal güvenlik harcamaları yerine silahlanmaya, sarayın ihtişamına ve geçilmeyen yollar, köprüler ile şehir hastaneleri vb. vasıtasıyla sermayeye aktarılmış olması da emeklilerin açlığa ve sefalete terkedilmesinin sebepleri arasında sayılabilir.
Emeklilere sefaletin reva görülmesinin -üzerinde fazlaca durulmayan- bir başka nedeni daha var: O da genel bütçe üzerinde “yük” olarak görülen sosyal güvenliğin -sağlık sistemi gibi- kamusal bir hizmet olmaktan çıkarılıp tamamen piyasalaştırılmak istenmesi. Sosyal Güvenlik Sistemi’nin bütçe üzerinde “yük” oluşturduğu söylemi neoliberal politikaların Türkiye’de benimsendiği 24 Ocak 1980 kararlarından bu yana gündemdedir. Aradan geçen 43 yılda gerek Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, AB gibi kapitalizmin küresel kurumları gerekse TÜSİAD, MÜSİAD, TİSK gibi ulusal sermaye örgütleri emekli aylıklarının -sadece- ödenen primlerle finanse edilmesi ve özel emeklilik sistemlerinin yaygınlaştırılması için yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi için siyasi iktidarlar üzerinde baskı kurmuşlardır.
AKP, ilk kez iktidara geldiği 2002 Kasım seçimlerinin ardından kurulan 58. Hükümet’in Acil Eylem Planı’nda DB ve diğer küresel kurumların direktifleri doğrultusunda sosyal güvenliği, sosyal devlet anlayışıyla sunulan bir kamu hizmeti olmaktan çıkarıp, piyasa mantığıyla işleyen bir alan haline getirmeyi; bu kapsamda sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanmasını ve sosyal güvenlik harcamalarının genel bütçe üzerindeki yükünün hafifletilmesinin amaçlandığını belirtilmişti. 2008’de yasalaşan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasası ile emeklilik yaşı ve prim ödeme gün sayısı yükseltildi, emeklilerin aylık bağlama oranı düşürüldü. Bu yasayla birlikte emekçiler, sosyal güvenlik haklarıyla birlikte gelecek güvencesini ve insanca yaşayacak bir gelir elde etme hakkını da kaybetti.
SSGSS ile bir taraftan çalışmakta olanların emekli olabilmeleri, emekli olabilenlerin ise emekli aylığı ile yaşamlarını sürdürebilmelerini giderek imkânsız hale getirirken, emeklilik sistemini özelleştirerek, emekçilerin gelecek güvencesi olarak ödediği primlerin finans piyasasına kaynak yaratmak için kullanılmasını amaçlayan Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Emekçilerin beklenen ölçüde itibar etmediği BES, 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle ilan edilen OHAL’de tüm çalışanlar için zorunlu hale getirildi.
Emekliler ve SGK’dan aylık alan diğer kesimlerin açlık sınırının yarısına mahkûm edilmesiyle; halen çalışmakta olan ve SGK’ya prim ödeyen emekçilere, “Mevcut sosyal güvenlik sistemi, geleceğinizi güvence altına almayacak, başınızın çaresine bakın” mesajı verilmektedir. “Başınızın çaresine bakın” derken de BES ve özel emeklilik şirketleri adres gösterilmektedir.
AKP’nin dayattığı neoliberal sosyal güvenlik sistemi ilk kez 1974’te Şili’de faşist cunta tarafından uygulandı ve “Şili modeli” olarak bilinir. Şili’de ve bu modeli uygulayan diğer ülkelerde sosyal bir risk olan yaşlılığın güvenceye alınmasını amaçlayan emeklilik sistemi, şirketlere büyük kâr olanağı sağlarken, piyasanın rekabet ortamında pek çok emeklilik fonu batmış ve emekliler tamamen gelirsiz kalmıştır.
Sözün özü: Emeklilerin sefalete terk edilmesi, AKP iktidarının sadece onlara yönelik bir tercihi değil, tüm emekçilerin geleceğini tehdit eden kapsamlı bir saldırıdır. Dolayısıyla bu saldırıya karşı sadece emeklilerin değil, tüm emekçilerin “kendi gelecekleri için” direnç göstermesi gerekir!