AKP iktidarının emeği sınır tanımazca sömüren, halkı yoksullaştıran politikaları hız kesmeden sürüyor. Bir taraftan ücretlerin satın alma gücü askeri darbe dönemlerini bile aratacak ölçüde düşerken, öte yandan halkın sırtındaki yük, insafsızca arttırılan vergilerle daha da ağırlaşıyor. Tüm bunlar yetmez gibi emeklilik hakkını ortadan kaldırmaya yönelik düzenlemelerin hazırlıkları yapılıyor.
Bu köşede sıkça gündeme getirmeye çalıştığım “emeklilik meselesi”, Türkiye’de emeğiyle geçinenlerin en önemli kazanımlarından biridir. Hükümet, bu hakkın ortadan kaldırılmasına yönelik düzenlemeleri davul-zurna eşliğinde getirmeye hazırlanıyor. Geçen yıl yayımlanan Orta Vadeli Program (OVP) ve 12. Kalkınma Planı’yla hazırlığı yapılan düzenlemeler gerekçeleriyle birlikte açıkça duyurulmuştu. AKP sözcüleri ve Erdoğan da bu konuda hazırlık içinde olduklarını defalarca belirtti. Gelin görün ki davul-zurnayla hazırlanılan bu saldırıya karşı ne sendikalardan ne de muhalefetten dişe dokunur bir tepki gelmedi.
Geçtiğimiz günlerde -yeni yasama döneminde Meclis’e getirilmek üzere- bakanlıklar ve AKP’nin ekonomi kurmaylarının sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılmasına ilişkin çalışmalara başlayacağına ilişkin haber, iktidar yanlısı gazetelerde yer aldı. AKP’nin daha önce getirdiği diğer tüm düzenlemelerde olduğu gibi bu konuda verilen haberde de toplumun tepkisine engel olabilmek için gerçekler çarpıtılmakla kalmıyor, halkın yararına bir şey yapılıyor algısı yaratmak amacıyla dikkatler iki nokta üzerine çekilmek isteniyor:
- Düzenleme yapılmasının kaçınılmaz olduğu
- Yapılacak düzenlemenin emekçilerinin yararına olacağı.
Emeklilik sisteminde yeniden yapılanmanın kaçınılmaz olduğuna toplumu ikna etmek için kullanılan en önemli gerekçe, “aktüeryal denge”nin bozulduğu yani, ödedikleri primlerle emeklilik sistemine kaynak sağlayan çalışanlar (aktif) ile sistemden aylık alanlar (pasif) arasındaki dengenin bozulmuş olduğudur. Sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılmasında gerekçe olarak “aktüeryal denge”nin bozulmasının kullanılması sadece AKP’ye özgü değildir. Dünya Bankası, Avrupa Birliği, OECD gibi kapitalizmin uluslararası düzenleyici kurumları ve sosyal güvenlik sistemini neoliberal politikalar doğrultusunda düzenleyen diğer birçok ülke de toplumu ikna etmek için bu söylemi kullanmışlardır.
“Aktüeryal dengenin bozulması” söylemiyle ifade edilmek istenen şudur: Türkiye’de doğurganlık oranı hızla azalırken yaşamda kalma süresi ise uzamaktadır. Bu durum, nüfusun yaşlanmasına, beraberinde de emek piyasasında yer alacak ve aynı zamanda emeklilik sisteminin aktif tarafını oluşturacak genç işgücünün azalmasına neden olurken, yaşlılık nedeniyle emek piyasasından çekilerek emeklilik sisteminin pasif tarafında yer alanları arttırmakta ve böylece aktif-pasif dengesi bozulmaktadır. Bu dengenin yeniden sağlanması için AKP’nin (OVP’de, 12. Kalkınma Planı’nda ve diğer açıklamalarında da ifade ettiği) önerisi, emeklilik yaşının yükseltilerek pasif tarafta yer alanların azaltılmasıdır. Aktiflerin yani sisteme kaynak sağlayacak işgücünün arttırılması için önerilen ise -uyguladıkları ekonomik program sayesinde açlığa, sefalete sürüklenmiş olan- halka “Üç-beş çocuk yapın!” telkininden ibarettir.
Çok çocuk yapmanın ekonomik ve sosyal koşullarının olup olmadığını bir yana bıraksak bile daha ana rahmine bile düşmemiş cenininlere bel bağlayarak “aktüeryal denge”yi düzeltme fikrinin ikna etkisinin pek fazla olmayacağı aşikârdır. Dolayısıyla geriye emeklilik yaşının daha da yükseltilmesi kalmaktadır ki bu da -2008’de sosyal güvenlik sisteminin yeniden düzenlenme sürecinde emekçilerin sıkça ifade ettiği gibi- “mezarda emeklilik”ten başka bir anlam taşımaz.
Kısacası, AKP’nin “aktüeryal denge” için önerilerinin emekçileri umutsuzluğa sevk etmek dışında bir anlamı yoktur. Zaten yapılmak istenen de kamusal emeklilik sisteminden umutların kesilmesi ve -OVP ve 12. Kalkınma Planı’nda da yer alan- Bireysel Emeklilik Sigortası (BES), Otomatik Katılım Sistemi (OKS)’yle ‘tamamlayıcı emeklilik sistemi’ ve ‘Tamamlayıcı Uzun Süreli Bakım Sigortası’na yani özel sosyal güvenlik kurumlarına razı olunmasıdır. Özel sosyal güvenlik sistemine katılacak gelire sahip ol(a)mayanlar ise emekliliğe ancak mezarda kavuşabilecek ya da açlık sınırının çok altında bir emeklilik geliriyle sefalet içinde yaşamaya mahkûm olacaklardır.
Peki aktüeryal dengeyi, kamusal emeklilik sistemini ortadan kaldırmadan ve emeklileri sefalete sürüklemeden düzenlemenin yolu yok mudur?
Elbette vardır. Ama bunun için sermayenin değil emekçilerin haklarını önceleyen sınıfsal bir bakış açısı gerekir ki bunun için öncelikle dengeyi bozan nedenler sorgulanmalıdır. Aktüeryal dengeyi bozan -neoliberal bakış açısının ve AKP’nin de savunduğu gibi- emeklilik sisteminin “pasif” tarafı değil “aktif” tarafıdır. Yani hem pasif konumunda olan emeklilerin sayısından önce istihdam edilen “aktif” konumundakilerin neden az olduğu hem de emeklilik sistemine girmesi gereken kaynakların önündeki engeller sorgulanmalıdır.
Emeklilik sisteminin aktif tarafını daha ayrıntılı olarak başka bir yazıda ele almak üzere şimdilik şu kadarını belirtelim: Türkiye’de çalışma çağı nüfusun sadece yarısı (yüzde 50) istihdam edilirken yaklaşık 33 milyon kişiden oluşan diğer yarısı istihdam dışında kalmaktadır. İstihdam edilenlerin dörtte biri (yüzde 25) ise kayıtdışında sigortasız çalıştırılmakta ve sisteme prim ödememektedir. Öte yandan emeklilik sisteminin gelirlerini oluşturan primlerse, -Erdoğan’ın muhalif belediyeleri köşeye sıkıştırma operasyonunda ortaya çıktığı gibi- yıllardır iktidar belediyelerinden ve özellikle yandaş işverenlerden tahsil edilmemiştir.
Sonuç olarak, sadece ücretlilerin değil, kendi hesabına çalışan milyonlarca emekçinin de gelecek güvencesi olan emeklilik hakkının, “aktif” tarafı göz ardı edilen “aktüeryal denge” gerekçe gösterilerek ortadan kaldırılması ve kamusal emeklilik sisteminin bütünüyle özelleştirilmesi istenmektedir. Sendikalar ve muhalefet partilerinin Türkiye emekçilerinin en önemli kazanımlarından olan emeklilik hakkının ortadan kaldırılması karşısındaki körlüğünü ve buna bağlı olarak da sessizliğini anlamak, anlamlandırmak ise mümkün değildir!