7 Kasım 1917’de gerçekleşen Ekim Devrimi’nin 113. yılını andığımız şu günlerde, kapitalizm yeniden Ekim Devrimi öncesi fabrika ayarlarına dönmüş görünüyor. ABD ve İngiltere’de 1970’lerin sonunda, Avrupa’da 2000’lerden itibaren başlayan (neo) liberalizm akımı, 1917 Ekim Devrimi ve 2. Dünya Savaşı’nın ardından kurumsallaştırmak zorunda kalınan sosyal devlet fragmanları tasfiye edilmeye başlanmıştı. Bu tasfiye eğilimi, Türkiye’de 24 Ocak 1980 kararları, 12 Eylül, Özal’lı 80’ler, Tansu Çiller’li 90’larda derinleşerek devam etti. 2001 krizinin ardından uygulamaya konulan MAI-MIGA hukuku ile Türkiye’nin elindeki bütün sosyal devlet kırıntıları da, Dünya Bankası tarafından gasp edildi ve Kemal Derviş eliyle, Anap-MHP-DSP hükümeti (ve onu takip eden AKP) bir tür Duyun-u Umumiye kurumuna dönüştürüldü
Tayyip Erdoğan, her ne kadar bir demokrasi retoriği ile iktidara gelmiş olsa da, aslında, onun Türkiye’ye biçtiği rol kendi deyimiyle “Türkiye’yi pazarlamak” ve bu pazarlama esnasında da Türkiye’yi bir şirket haline getirmek, kendisini de bu şirketin CEO’su olarak konumlandırmaktan başka bir şey değildi.
Gelinen noktada, T. Erdoğan, Türkiye’yi bir şirket gibi yönetme iddiasında ne kadar samimi olduğunu kanıtladı. Gerçekten de, Türkiye bugün artık bir aile şirketi gibi yönetiliyor, dahası Saray elitleri, demokrasicilik oynamayı çoktan bir kenara bıraktılar. İşçi sınıfı, emek ve emekçilerin problemleriyle, ‘siyasi’ olarak değil, ticari olarak ilgileniyorlar. Ki, T. Erdoğan’ın TÜSİAD’cıları tesbih gibi karşısına dizip, ‘OHAL’den yakınıyorsunuz ama en çok size yaradı, bakın grevleri yasakladık’ dediği günler çok geride kalmadı… Grevlerin yasaklandığı yerden, protesto, gösteri ve yürüyüşlerin yasaklandığı yere gelmek çok da zor olmadı. OHAL yasaları, şimdi de kıdem tazminatı saldırısı için kullanılıyor. 25 yaş altı ve 50 yaş üzeri çalışanlar için kıdem tazminatı devlet eliyle ‘yasaklanıyor’.
“Kıytırık patrona” gücü yetmeyen AKP, emekçilere her cephede hiç acımadan saldırmaya devam ediyor. Dolayısıyla, şirket gibi yönetilen bir ülkenin CEO’su olan T. Erdoğan, kolluk gücünü kamu güvenliği ve asayiş için kullanmak yerine (ki Türkiye’de böyle bir şey hiç olmadı) jandarma ve polisi şirketlerin, özel güvenliği olarak kullanmaya devam ediyor.
AKP’nin emekçilere karşı gözaltı, tutuklama vb. gibi yaygın terörünün en temel sebebi elbette direnişin topluma yayılması tehlikesini önlemek; öte yandan, eylem yaptırmamak ve üretimi devlet zoruyla devam ettirmek, kârlılığı (özellikle pandemi koşullarında) garanti altına almanın neredeyse tek yolu. Ayrıca, AKP, sadece devletin kolluk gücünü acımasızca kullanmakla yetinmiyor. Emekçiler aleyhine iş yasaları, grev yasakları, sendikaların içinin boşaltılarak birer hükümet kuruluşuna dönüştürülmesi gibi kapsamlı bir saldırı gerçekleştiriyor.
Geçmişte “OHAL’den istifade ederek grevleri anında yasaklayan” zihniyet, şu anda da koronadan istifade ederek emekçilerin kıdem tazminatını, iş güvencesini ortadan kaldırıyor. “Akan kardeş kanını durdurmak” lafzıyla darbe yapan 12 Eylül Cuntası’nın ilk kararnamesinin patrona lokavt hakkı verilmesi örneğinde olduğu gibi, Saray koalisyonu da “korona tedbirleri” torbasına kıdem tazminatının gaspını koyuyor.
Sermaye sınıfının siyasal temsilcisi olan Saray koalisyonu tarafından emekçilerin tamamen örgütsüz bırakıldığı bu günlerde ekonomik yıkıntı, şovenizm, savaş, bol bol hamaset içinde zengin azınlık daha zenginleşirken, emekçiler hızla fakirleşiyor. Saray eliti topluma yabancılaşmanın doruklarına ulaştığı noktadan “depremde ölmek istemiyorsanız kendinize villa alın” diyebiliyor. Emekçilerin örgütsüzlüğü Saray hempalarının daha hoyrat ve küstah olmasını kolaylaştırıyor. Emekçinin başına geçirilen torba (yasa) ile ekonomik krizin yükü yine yoksullara fatura ediliyor. “Türk’ün gücünü göreceksiniz” diyerek Kürt emekçileri yüzüstü yere yatıran Alay Komutanı bu defa maden işçilerini yere yatırarak “devletin (Anonim Şirketi’nin) gücünü göreceksiniz” diyor. Hava emekçilerden, ezilen halklardan yana dönüyor ve dönecek. İşte o gün, bir avuç sermaye sahibinin güvenlik inzibatlığını yapan Alay Komutanları, Güvenlik Şb. Amirleri emekçilerin hiç de güçsüz olmadığını görecekler.