İzmir Depremi, bir kez daha Türkiye’deki kurumsal ve toplumsal zaafiyetleri ortaya koydu. 1999 Marmara Depremi ve ardından gelen onca depremden sonra ne kurumların ne de toplumun olanlardan ders almamış olduğu ortaya çıktı. Sorumluluğun büyüğü onlara yol veren siyasi iktidarda ve devlet kurumlarında ama inşaat sektörünün rantının ağızlarını sulandırdığı müteahhitlerin insan hayatına kast eden tavrını bir kez daha görmüş olduk. Medya ve yurttaşlar da bu durumu her depremin ardından kısa bir süre sonra gündemlerinden çıkarıyorlar zaten.
Deprem vergileri ve uluslararası yardımların nereye gittiği, nereye harcandığı da bilinmiyor. İktidar yetkilileri bu konuda hesap vermeyeceklerini, harcamaların gerekli yerlere yapıldığını belirtiyorlar.
Demokratik toplumların en önemli unsurlarından biri iktidarların üzerindeki medya ve yurttaş denetimidir.
İktidarların hesap verme zorunluluğudur. Ama Türkiye’de böyle bir şey yok tabii. Öyle olunca da yurttaş ve toplum olmak pek mümkün olmuyor bu ülkede.
İktidardan muhalefete siyasetin işi ise deprem süreçlerinde şov yapmak oluyor. Hayır yapsınlar da, az ötede yapsınlar bunu. Kurtarma çalışmaları sürer, enkaz altında yaşama savaşı veren insanlar bir el beklerken enkazların üzerini seçim kürsüsü, şov sahnesi olarak kullanmak niye?
Depremin en önemli etkisi, gerçekleşmesiyle derhal gündemin en önemli maddesi haline gelmesi oluyor.
Çünkü insanlar, kurumlar altlarındaki zeminin her an çekilebileceğini, yarılabileceğini görmüş oluyorlar.
Hayatın kıymeti bir kez daha hissediliyor. Ayağının altındaki zeminin bir anda çekilebileceğini, kendisinin de enkaz altında kalabileceğini gören muktedirler ve zenginler oturdukları makam koltuklarının sağlamlığını bir kez daha düşünmeliler deprem olduğunda, değil mi? Halktan kopmuş, gücünün sınırlarını sorgulamayan kurumlar da ne kadar çabuk yıkılabileceğini?
Ama yapmıyorlar, tam tersine insanların acıları bir kez daha propaganda için kullanılıyor, böylesi bir dönemde bile iktidar muhalefetle beraber çalışmaya yanaşmazken, muhalefet de hızla iktidara benziyor.
Yine de bir şey yavaştan da olsa anlaşılıyor ki, bu ülkede ancak yurttaş yurttaşa yardım edebilir, yardıma koşar.
Bu depremde de öyle oldu.
Acımasızca sömürülen, grevleri yasaklanan, direnişlerine şiddetle müdahale edilen Bağımsız Maden İş üyesi işçilerin depremin ilk anlarından itibaren yurttaşların yardımı için seferber olması çok önemliydi.
Eğer bu topraklarda bir toplum olacaksa bu, her şeye rağmen hem kendisi ve ailesi hem sınıfı için mücadele eden emekçilerin, emekçi halkların dayanışması ile olacaktır.
Bu depremde de siyasetin şovu emekçilerin erdemli duruşunu gölgeleyemedi.
Geçmiş olsun İzmir.