Emek ve Özgürlük İttifakı, Cumhurbaşkanı adayı çıkarmayarak Türkiye’de siyasal rejimin geleceğini belirleyen tarihi bir karar almış oldu. Bu karar sayesinde, muhtemeldir ki, 14 Mayıs seçimlerinde dünya ve Türkiye halklarının yüzyıllar süren mücadelelerle elde etmiş olduğu “en temel insan haklarını” dahi yok sayan otokratik bir rejimin sonu getirilmiş olacaktır. Ancak ötekileştirilen, sömürülen, ezilen, enkaz altında bırakılan halkların Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan beklediği tarihi rol/görev bununla sınırlı değildir.
Zira AKP otoriterizminin yerini alması beklenen Millet İttifakı’nın “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”iyle birlikte; Türkiye’nin otokratik rejimin temellerinin atılmasına vesile olan 15 Temmuz darbe girişimi öncesindeki “eski Türkiye”ye dönmesi amaçlanmaktadır. Devlet aygıtının çürümüşlüğü ve ekonomik çöküşte AKP’nin “yeni Türkiye” sloganıyla dayattığı rejimin önemli payı olduğu yadsınamaz elbette. Ancak bu çürüme ve çöküşün miladını 5-6 yıl önce inşa edilen rejim olarak kabul etmek büyük bir yanılgı olur. Ülkenin içinde bulunduğu sorunların teşhisindeki yanılgı, yani mevcut durumun müsebbibinin yanlış tarif edilmesi ise sorunların çözüme ulaşmasını imkansız hale getirir.
Bunu vurgulamamın nedeni şudur: 14 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin en güçlü adayı olan Millet İttifakı; ekonomik kriz, depremin felakete dönüşmesi vb ile açığa çıkan çöküşün ve çürümenin yegane sorumlusunu AKP’nin son yıllarda ülkeyi yanlış politikalarla yönetmesi olarak değerlendirmekte ve öncesini “ak”lama eğilimindedir. “Ak”lanmak istenen dönemde AKP hükümetlerinin tepe yönetimlerinde bulunan Davutoğlu, Babacan gibi isimlerin İttifak içinde olmasının bunda önemli etkisi olduğu muhakkaktır. Ancak İYİP ve CHP’nin savunduğu politikalar da farklı değildir ve bu yaklaşım, 30 Ocak’ta açıklanan Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ne de yansımıştır. Mutabakat Metni’nde demokrasiye, özgürlüklere ilişkin genel geçer birçok söze karşılık bu sözleri somut hale getirecek kimi meselelere, örneğin Kürt sorununun çözümüne, Alevilerin haklarına, İstanbul Sözleşmesi’ne değinmekten kaçınılmıştır. Öte yandan güvencesiz ve esnek çalışmayı ortadan kaldırmak; iş cinayetlerini önleyecek politikalar bir tarafa tüm bunların nedeni olan büyüme hızının artması, Türkiye’nin yabancı sermaye yatırımları için cazip hale getirilmesi gibi hedefler belirlenmiş; sendikal hak ve özgürlüklere ilişkin ise dişe dokunur hemen hiçbir söz edilmemiştir.
Kısacası Türkiye, AKP’nin otokratik “yeni Türkiye”si ile Millet İttifakı’nın parlamentarizmini yeniden canlandırmaya çalışacağı “eski Türkiye” arasında bir yol ayrımındadır. Ancak her iki yol da halkların umudu olan refahı, demokrasiyi, özgürlükleri, toplumsal barışı sağlamak için yeterli değildir. İşte tam da bu noktada Emek ve Özgürlük İttifakı, halkın beklentilerini karşılamak üzere sorumluluk üstlenmek zorundadır. Bunu layikiyle yerine getirebilmesi için ise parlamento temsiliyetinin güçlü olması gerekir. Dolayısıyla İttifak bileşenleri, seçim stratejilerini belirlerken bu tarihi sorumluluğun bilinciyle hareket etmek durumundadır.