Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılı içindeyiz. Bunun üzerine doğru bir yöntemle düşünmek gerekiyor. Şöyle bir dikkat çeken genel görünüm var: Cumhuriyetin demokratik yönde gelişmesini pek gerekli görmeyenlerle, gerekli görenler arasında bir ortaklık göze çarpıyor. Her iki taraf da büyük bir canlılıkla Türkiye’deki cumhuriyet deneyiminin emsalsiz olduğunu anlatmaya çalışıyor haldeler.
Demokrasiyi dert etmeyen cenah demek istiyor ki, yaşadıklarımız tamamen bize özgüdür. Biz bize benzeriz. Buna bağlı olarak diğer iyi cumhuriyet uygulamaları, bize iyi örnek olarak gösterilemez. Hani ünlü bir prensip var ya “kötü örnek, örnek teşkil etmez” diye. Bu cenah, bu prensibi tam tersine çeviriyor. Bu sayede karşılaştırma ve ölçme yapılamayan bir vaziyet yaratıyorlar. Başkanlık sistemi ama “Türk tipi” başkanlık sitemi gibi.
Cumhuriyetin demokratik bir yoldan ilerlemesi gerektiğini söyleyenlerin bir kısmı da Türkiye’deki cumhuriyet deneyiminin benzersizliğini savunuyorlar. Bu deneyimin eleştiriye tabi tutulması gereken temel nitelikleri var. Bu veçhesiyle de dünyadaki diğer deneyimlere benziyor. Fransa’daki deneyime de benziyor, Doğu toplumlarındaki deneyime de.
O nedenle kimsenin kaygılanmasına gerek yok, teşbihte hata olmaz. Bilakis teşbih yapmak, analiz edebilmenin gücünü yükseltebilir.
Cumhuriyetler aristokrasiye, monarşiye ve din adına yapılan dayatmalara karşı kurulmuşlardı. Çoğunlukla bu tarihsel sorunlara karşı savaş vermenin bir ürünüydüler. Bundan azade olarak Türkiye’de cumhuriyet birdenbire ortaya çıktı denilecek bir durum yok. Bütün modernleşme hareketleri, tanzimatçı tutumun devam ettirilmesi ve iki meşrutiyetin ilan edilişi; cumhuriyeti ortaya çıkaran süreçler olarak görülebilir.
Dünyadaki bütün cumhuriyetler aynı büyük bir sorunu yaşıyorlar.
Anlamlı hedefleri yok ve buna bağlı olarak demokratikleşme doğrultusunda yol katedemiyorlar.
Fransa böyle, Türkiye de böyle. Bunun şaşılacak bir yönü yok.
O halde büyük mesele nedir?
Büyük mesele tarihin içinde yüksek bir çıtanın kalmamış olmasıdır.
Büyük mesele budur ve bütün mesele de budur.
Ekim Devrimi’nin yenilmesi üzerine en yüksek çıta düştüğünde ona bağlı olarak tarihte her türlü yükseğe sıçrama atılganlığı da düştü.
Genelin yararını, kamunun yararını hedef olarak koyan bir ufuk çizgisi ve onun taşıyıcısı bir toplumsal irade gerekiyor. Cumhuriyetler aristokrasileri, hanedanları, monarşileri ve din adına dayatmaları yendiler ama üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin önüne gelip durdular. Bütün cumhuriyetler ve bütün demokrasiler gelip özel mülkiyetin kapısına dayanmış durumda. Buraya yığılıp bekleştikçe zayıflıyorlar.
Paraya, mala, mülke ve medyaya el koymuş olanlar, cumhuriyetle oyuncakla oynar gibi oynuyor. İnsanlığın üretmiş olduğu bütün artı değer, yerkürenin ve insanlığın aleyhine kullanılıyor her gün.
Mademki üreten biziz insanlık olarak, ürettiklerimiz kamu yararı için kullanılmalı. Kamu yararını savunmak, bizi kamu mülkiyetini de savunma konumuna ulaştırır.
Gerçekleşen bütün üretimi yutan servet sahiplerine karşı, kamu yararını ve kamu mülkiyetini savunabilecek tek büyük güç, üretenlerin birleşmiş gücüdür.
Servet sahiplerini ancak onlar geriletebilir. Servet sahipleri geriletilmeden ve demokratikleşme sağlanmadan, hiçbir cumhuriyet kendisini geleceğe taşıyamaz.
Var olan bütün cumhuriyetler bu krizi yaşıyor.
Deniyor ki, ülkemizde cumhuriyetin 100. yılını dolduruyoruz ama bunu mevcut hükümet kutlamıyor ve toplumda da büyük bir heyecan yok. Aslına bakılırsa bu gözlem doğru değil. Cumhuriyeti savunmak onu her seferinde kamu yararını sağlayan ve demokratikleşen niteliğiyle yeniden yaratmaktır.
Tarih ve hayat devam ediyor. Seçimler aşamasında toplum bütün gücünü ortaya koyarak insanca ücreti, demokrasiyi, kimliklerin haklarını, laikliği, güçlerin ayrılığını, parlamentoyu, hukuku ve anayasayı savundu. Sandıkları var gücüyle korumak için çaba ortaya koydu ve oylamaya çok üst düzeyde bir katılım gösterdi.
Çok eski zamanlardan beri ileri sürülen değişimden yana olanlar ve olamayanlar oranı; her şeye rağmen yüzde 30/70’den yüzde 52/48’e getirilmiş durumda.
Tek adam rejimine karşı, bulduğu tüm olanaklarla demokratikleşme yönünde bir mücadele veren toplum, hangi tarafta olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Önümüzdeki zamanların hedefi, kamu yararı ve özgürlük için emek ve demokrasiden yana cumhuriyet olmalıdır.
Bunu söyleyen son bir militan varsa umut vardır.