Sakarya/Hendek Havai Fişek Fabrikası bir cinayet mahalli! Önceki sekiz patlama dahil toplam 14 işçi yaşamını yitirdi (1) üç kişi halen kayıp. İşçilerin evlerinde ölümlerin ve emeğin yanmış derisinin, birikmiş borçların ve işsiz kalmanın acısı var. Mülk sahibi Yaşar Çoşkun ve diğer ortaklar da üzgün olmalılar, ne var ki Çoşkun önceki tüm patlamalarda ölümlerin sorumluluğunu, kararları sanki işçiler alıyormuş gibi işçilere yüklemiş, şimdi de cansız bedenlere öfkelenmiş olmalı. Açılan soruşturma ile de itibarı sorgulanıyor. Öyle ya MÜSİAD Sakarya Şubesi Başkanı, yani yerli ve milli sermayenin temsilcisi, Milli Görüş Hareketi’nin taşıyıcısı ve yeni elitler ile yakın ilişkiler içinde.
Sonuçta biliyoruz işçilerin teni ve nefesi tehdit altında! Cansız emeğin canlı emeği yutmaması için yaşanılanların kaza mı yoksa cinayet mi olduğu sorusu etik/politik yönden tartışılmalı. Tartışma soruları açık ve net! Fabrikada hangi mallar üretilecek? Bu mallar nasıl üretilecek? Üretilen değerler nasıl bölüşülecek? Bu soruların cevaplarına göre iş cinayetinde yetkiler kimde ise sorumluluk da onlarındır diyebiliriz.
Emek süreçleri ekonomik, politik ve ideolojik yönelimlere ve belli toplumsal ilişkilere göre çalışır. İşçilerin evlerine sağ salim gitmesi için Sara Ahmet’in belirttiği gibi, yeni bir politik yönelimin önü açılmalıdır: ‘Burada’ olana dair yeni bir politik yönelim çoğu zaman ‘burada’ olanın ‘burada’ olmayabileceği fikrini önererek iş görür. İşçilerin yaşamını yitirmemesi ve yaralanmaması için ‘burada’ olanın “burada olmaması” gerekiyor.
Şimdi acımızı yüreğimize gömelim ve ölen ve yaralanan işçilerin haklarını aramak için düş gücümüzü harekete geçirelim. Yani önce gerçekleri sonra da düşlerimizi konuşalım. Ama aklımızda bir yerde düş gerçeğin vekili ya da tamamlayıcısıdır sözü dursun (1).
Var olan koşullara göre havai fişek üretimi, 189 işçi ile toplumsal biçimde gerçekleşiyor. Buradaki işçiler, üretim planlamasına, işbölümüne, iş güvenliğine ve iş akışına ilişkin ciddi bir üretim bilgisi ve deneyimine sahipler. Ama üretim kararlarına dahil edilmiyorlar. Yani ürün toplumsal emekle ortaya çıkmasına karşın kararlara katılamıyorlar. Kararlar parasal güç, yasal erk, uzmanlık erki denilerek başta patron olmak üzere birkaç kişi tarafından alınıyor. İşçiler sözde uzman yöneticilerin ve cansız emek olan makinelerin edilgin uzantıları haline getirilmişler.
Kapitalist mit, açık ve net! Üretim, işleyiş, planlamaya ilişkin kararlar, mülkiyet sahibi ve az sayıdaki yöneticilerce verilir. İşçiler için ne işyeri meclisleri vardır konuşacakları, ne de gerçek sendikaları… Dernekleri, kooperatifleri bile yok. Neo-liberal devlet ve kapitalizm, işçilerin alınyazısını el işinde sessiz sedasız çalışmak olarak yazmış. Bu nedenle tehlikeden uzak olan patron her türlü ‘kaza’yı (!) olası görüyor: “bizim işimiz patlayıcı madde olduğu için her an her şey olabilir” diyor ve devam ediyor, “işçiler işe girişte aranırlar, hem dış hem de iç mekânlarda kameralar vardır ve her şey kayıt altında…” Yani iktidarın gözü her yerde, ama işçilerin duyguları, duyumları, deneyleri, öğrenmeleri yok sayılıyor. Üstelik güvencesiz çalıştırmanın kırbacı fabrikanın hemen her yerinde ve işçilerin yüreğinde şakıyor.
Sıra düşümüzde ve yapabilirliklerimizde! Havai fişek fabrikasında etkin etkilenişler içinde olan ve üretim kararlarına katılan işçiler ne yapabilirler, nasıl üretebilirler? İşçiler en başta neden havai fişek üretiyoruz da daha yararlı başka bir şey üretmiyoruz diye sorabilirler. Kısa bir süre önce “insana ve doğaya zararları bilinen havai fişekler yasaklansın” diye bir bildiriye imza atmış olsun bu işçiler. Diyelim ki kendilerini doğanın efendisi değil, doğanın bir parçası olarak görsünler. Havai fişek atıldıktan sonra kuşların paniğe kapılarak yuvalarını terk ettiklerini, bazılarının ağaçlara, binalara ve taşıtlara çarparak öldüklerini, havai fişek sesinin ulaştığı alandaki evler ve hayvan barınaklarındaki evcil hayvanların kaçtıklarını da öğrensinler. Yaşama dair bu öğrenmeler ile işçiler hem insanlar hem de insan olmayanların (hayvanlar ve bitkilerin) sağlığı için havai fişek üretmeyi reddedebilirler.
Bu işçiler yararlı başka bir mal üretmeye karar verdiler diyelim. Fabrikanın toplumsal bir üretim alanı olduğunun farkındalar. Bu nedenle neyin üretileceği, nasıl üretileceği ve üretim sürecindeki toplumsal ilişkiler hakkında tüm kararlara katılırlar. Eğitim ve deneyime dayalı olarak çok şey öğrenmiş olan emekçiler, uzun tartışmalardan sonra emeğin örgütlenmesine dair kararları kendileri alırlar. İşçiler fabrikadaki her türlü sürece dair bir sorumluluk duygusu içinde hareket ederler. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisleri fabrikada yoğun bir biçimde çalışır. İşçilerin öğrendikleri en önemli şey, tüm canlıların yaşamlarının birbirlerine bağlı oluşudur. Kolektif emeğin, 189 işçinin gözleri, kulakları, dokunuşları, dilleri, imgeleri üretim sürecinin üzerindedir. Kolektif biçimde değer yaratan emeğin kendini değerli kıldığı bu ilişkiler, emeğin demokrasi arzusunun da bir dışavurumudur.
Dipnotlar:
• “11 yılda 8 patlama oldu, AKP korudu: işte ölüm saçan fabrikanın hikayesi” www.sol.org.tr, 4.07.2020.
• Sara Ahmet, Willful Subjects, Durham: Duke University Press, 2014.
• Necmiye Alpay, Türkçe Sorunları Kılavuzu. Gözden Geçirilmiş Beşinci Baskı. İstanbul: Metis Yayınları, 2015, s.10.soLhttps://www.sol.org.tr