Toplumun oluşumunda üretim büyük rol oynamıştır. Neolitik dönemde, yaşamın ve üretimin kadının etrafında şekillenmesi bireyin, toplumun gereksinimlerinin karşılanmasında önemli rol oynamıştır. Birlikte üretim, ortak yaşamı, dış tehlikelere karşı savunmayı da beraberinde getiriyordu. Kolektif üretim aynı zamanda örgütlenmeyi ifade ediyordu. Toplumsallaşma bu ortaklaşmanın üzerinde yükselmektedir. Bugün de toplumsallaşmanın özü örgütlenmek, yaşamı birlikte inşa edebilmektir. Yaşamın tüm boyutları ile sürdürülebilmesi için hayati bir olgudur toplumların örgütlü kılınması. Farklılıkların ve çeşitliliğin yaşayabilir kılındığı ilk toplum olan neolitikten sonra gelişen iktidar aygıtı, toplumların sömürüsünü ortaya çıkardı. Günümüzde emeği yok sayan iktidar örgütlenmesi aynı aygıtın elbise değiştirmiş halidir ve hala sömürüyü yeniden üretmekle kendini yaşatır.
Kapitalist modernitenin temsilcileri kara dayandırdıkları bu parçalanmayı emekçilerin yaşamına ise sömürü ve yabancılaşma olarak dayattılar. Üretimin parçalanması emekçiler açısından örgütlenme ve hak mücadelesinin daha zorlu olmasını ifade etmektedir. Her alanda kurulan sendika, dernek vb. araçlar birbirinden kopuk mücadele yollarının arayışının, temsilcisi konumuna düşürülmek istenmiştir ve halen istenmektedir. Yaşamın diyalektiğine aykırı olan bu saldırı egemenler tarafından emekçilere dayatılmaktadır. Bu saldırı karşısında emek örgütleri birlikte hareket etmenin yol ve yöntemlerini açığa çıkarma mücadelesi vermiş olsa da bunun yeterliliği tartışma konusudur. Toplum parçalara ayrılarak güçsüz bırakılmaya çalışılmaktadır. Büyük bir demagoji ile bu parçalı olma durumu işbölümünün zorunlu olması argümanı ile emekçilere empoze edilmeye çalışılmaktadır.
Tüm bu saldırılara karşı günümüze kadar süren bir mücadele söz konusudur. Sömürüyü her boyutta geliştirmeye çalışan egemenler karşısında kadınlar, emekçiler direnişin en temel bileşkeleri olmaya devam etmektedir. Çağımızda sömürücü sisteme karşı ezilenlerin kendi varlıklarını ve gelişimlerini sağladıkları ve geliştirdikleri alanlar direniş merkezleri olagelmektedir. Mevcut sömürü politikalarına karşı yüzyıllardır geliştirilen direniş geleneği bugün farklı araç ve yöntemlerle durdurulmaya çalışılmaktadır. Her saldırı ve sömürüye karşı çeşitli mücadeleler yürütülmüş ve mücadelenin araçları yaratılmıştır. Her direniş evresi kendi araçlarını yaratmıştır. Tarih kapitalist modernite ve demokratik modernite arasında şiddeti artan ya da düşen bir mücadeleye sahne olmuştur.
Kapitalizm, topluma ve toplumsallığa saldırı üzerinden şekillenir. Toplumu parçalara ayırarak, dağıtarak sömürü ve kontrolü en üst noktaya çekmek istemektedir. Ücretli köleliğin hüküm sürdüğü günümüzde sömürü sisteminin sahipleri emeğin ve direnişlerin odağı olan emekçileri örgütsüzlüğe mahkûm etmek istemektedir. Emekçilerin direniş araçları olan sendikalar, dernekler vb. alanlarını ise kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek istemekte, ideolojik politik saldırı altında tutmaktadır. Her türlü tehdit, saldırı, sendikaları kapatma, sindirme politikasını devreye sokarak yaşamın sahipleri daha fazla köleleştirilmek istenmektedir.
Emeğin sahipleri varlıklarını gerçek anlamı ile sağlayabilmek ve yaşamın örülmesi için kendi öz örgütlenmelerinin sahibi olmak için mücadeleyi büyütmek durumundalar. Ellerinden alınmak istenen yaşama, büyük bir mücadele istemi ile sahip çıkmalıdır. Mevcut durumda kapitalist modernitenin sahipleri çıkarları doğrultusunda her türlü saldırı politikasını devreye sokmak istemektedir. Her türlü örgütlülüğe saldırmaktadırlar. Ancak bu saldırılar karşısında yılmadan mücadele etmek ve örgütlülüğü büyütmek en hayati olgudur. Modernitenin sahiplerine karşı demokratik modernitenin bileşkeleri her türlü örgütlülükle mücadeleyi büyütme yükümlülüğündeler. Tersine saldırılar karşısında sinen, geriye çekilen yaklaşımlar işçilerin emekçilerin daha fazla baskı sömürü altında inim inim inlemesi anlamına gelecektir. Emeğin kendi sahipleriyle buluşması ancak örgütlü mücadele ile mümkündür.
Küresel çapta emekçilere dayatılan bu baskı ve sömürü örgütsüzlük Türkiye de yankısını bulmaktadır. Mevcut AKP-MHP ittifakı emekçilerin her türlü örgütlülüğüne darbe vurmak amacındadır. Sendikaları kendi çıkarları doğrultusunda dizayn ediyor, edemediği sendikalar karşısında ise yeni sendikalar kurdurtup demokrasi mücadelesinde aktif rol oynayan sendikalar mücadeleden düşürülmeye çalışılıyor. İktidar kontrol edemediği, tahakküm altına almadığı hiçbir kesim bırakmak istememektedir. Bu zihniyetin toplumun ana damarı olan emekçilere daha fazla saldırıyor olması anlaşılırdır.
Sendikaların emekçilerin mücadelesindeki yeri demokratik modernite kapsamında ele alındığında mücadelenin önemli mevzileri olduğu açıktır. Salt ekonomik talepli mücadelenin aracı değildir sendikalar. Toplumun demokratik modernite çerçevesinde yeniden inşasının temel araçlarından biridir. Ancak mevcut sendikal gerçeklik bu misyonu karşılamak bir yana sistemin saldırıları karşısında ayakta kalmanın mücadelesini vermektedir. Salt savunma ve kendini koruma anlayışı, var olan sendikal gerçekliğin aşılmasında yetersizlikler açığa çıkarmaktadır. Köklü bir zihniyet mücadelesinin yakıcılığı, örgütlülüğün büyütülmesi yönünde ciddi bir adım atılmasını sağlayacaktır. İlk önce zihniyeti teslim almaya çalışan sistemin sahiplerine karşı, toplumun örgütlülüğünün parçalamasının önünde set olabilmek ancak örgütlülüğü büyütmekten geçmektedir. Sistemin tüm saldırıları karşısında ideolojik bir duruş ve örgütlenme ile durulabilinir.