Emeğin örgütlenmesinde sendikal mücadelenin önemi biliniyor. Emekçileri kendilerini köle kılan sisteme eklemleme biçiminde uğursuz bir rol oynayan ‘sarı sendikacılık’ kadar emekçilerin kendi öz örgütleri olarak sendikaların demokrasi mücadelesini geliştirmesi söz konusu. Toplumsal yaşamı sürekli yeniden üreten emeğin baskı ve sömürü altında olduğu kapitalist modernite sisteminde emeğin kendi hakikatiyle buluşmasında hatırı sayılır bir zemin olan sendikaların doğru zihniyetle örgütlenmesi toplumsal mücadelenin gelişimini doğrudan etkiliyor. Emekçilerin örgütsüz kılınıp güçsüzleştirilmesi, sendikaların içinin boşaltılması uzun zamandır neo liberalizmin genel bir politikası olurken Türkiye’de bu durum 80’den itibaren en üst seviyede uygulanıyor.
Bugün ise AKP-MHP iktidarı sadece emeğin örgütlülüğüne değil, toplumsal demokrasiye yönelik saldırılarını yoğunlaştırıyor. Her geçen gün zayıflamasını kendisine karşı duran odakları ortadan kaldırarak aşmaya çalışıyor. Ağustos ayının ortalarındaki kayyum saldırısının da şimdi Kuzey Doğu Suriye’ye yöneltiği askeri saldırıların amacı da budur. Emekçileri ise bir yandan işsizlikaçlık cenderesinde tuttuğu ekonomi politikaları ile pasif kılmaya çalışırken diğer yandan artık elinde kalan tek argüman olan Kürt düşmanlığı üzerinden yaydığı şoven histerisi ile kendi iktidarının payandası haline getirmeyi hedefliyor. Bu politikalarında sarı sendikaları ne denli kullandığı neredeyse her gün farklı biçimlerde kamuoyuna yansıyor. Bu güncel konum emeğin örgütlüğünün hayati olan her zamanki durumunu, özellikle demokratik sendikaların ve tüm sendikalardaki demokratik eğilimin örgütlülüğünü güçlendirmesini çok daha fazla kritik hale getiriyor.
Kamu sendikaları da işçi sendikaları da mevcut potansiyel emekçi kitlesinin ancak bir bölümünü örgütlediğini söylemek yanlış olmaz. Bu sendikalardan bazıları ise devletin dolayısıyla işverenin denetiminde olan sarı sendikalardır. Bunu da dikkate alırsak emekçilerin kendi öz örgütlenmeleri olan sendikaların emekçi kitlesinin hatırı sayılır bir kısmına ulaşamadığı açıktır. Bu duruma kaçak ya da mevsimsel çalıştırılan emekçiler de eklendiğinde demokrasi cephesinde yer alan sendikaların örgütlemeyi hedeflemesi gereken muazzam bir kitle açığa çıkmaktadır. Sadece var olan kitle üzerinden mücadeleye yürütmek sendikaların etkisinin kırdığı gibi içe büzülme gibi çeşitli sorunları beraberinde getirmektedir. Her ne kadar otoriter rejimin baskısı sürekli bir hale gelmiş ve demokratik sendikaların varlığına bir saldırı olarak artsa bile sendikal örgütlenmeyi geliştirmenin önünde ciddi bir engel bulunmamaktadır.
Emeğin üzerindeki her türden saldırılar artarken, çalışma koşulları kötüleşirken, iş kazası adı altında işçi kıyımları kronikleşirken, emekçiler açlığa mahkûm hale getirilirken ve tüm bunlardan daha önemli olarak halkların mücadelesi sonucunda elde edilmiş demokrasi kazanımları tek tek ortadan kaldırılırken ve savaş politikaları ile ülke sonu uğursuz maceralara sürüklenirken emekçilerin örgütlü mücadeleyi yükseltme dışında bir yolu yoktur. Emekçiler kendi öz örgütlüğünde bugün yer almayacaksa ne zaman yer alacak? Kuşkusuz iktidar kendi sarı sendikaları ile havuç gösterip emekçileri kendi yanına çekmeye çalışmakta ve bunun için zoru, baskıyı da eksik etmemektedir. İşyerlerindeki mikro düzeyde yapılan zorlamaların yanında iktidar sürekli kamuoyuna kendi sendikalarının propagandasını yapmaktadır. Bu uygulamaların emekçilerin örgütlenmesinde engeller oluşturmadığı söylenemez fakat emek mücadelesinin tarihi zaten zor koşullarda örgütlenme ve mücadele etmeninin tarihidir. Bu açıdan hem kamu sendikalarının hem işçi sendikalarının geçmişi çarpıcı örneklerle doludur. Bu deneyimler ışığında bu örgütlenme pratikleştirilebilir.
Örgütlenme aynı zamanda emek mücadelesini sadece ekonomik haklar temelli ele almayan toplumun demokratik örgütlenmesinin motoru olarak gören emekçiler için de temel ve asli bir alandır. Hükümetin topyekûn saldırısı ancak ve ancak örgütlenerek güç haline gelerek ve bunu eylemlerle geliştirerek karşılanabilir. Hali hazırda mevcut hükümetin Kürt halkına ve demokrasi güçlerine nasıl bir perspektifle yaklaştığı açıktır. Hükümet Kürt halkının inkâr ve imha politikalarını varlık yokluk sorunu olarak ele almaktadır. Ve bu politikalarını bütünsel bir şekilde yürütmektedir. Bu politikalar emek cephesinde örgütlenme alanlarını geliştirerek sendikal zeminler demokrasi mevsizi haline getirilerek, geniş çapta demokrasi cephesi şovenizme karşı büyütülerek, eylemlerle demokratik tepki en üst düzeyde gösterilerek işlemez hale getirilebilir. Bu açıdan emekçilerin demokrasi mücadelesini kendi özgünlükleri ile geliştirmeleri ülkenin geleceği ve demokratik bir yaşamın inşa edilebilmesi için elzemdir.
Egemen sistem emekçilerin varlığını küçültmeyi hedefliyor. AKP-MHP hükümeti de bu eğilimi en üst noktadan pratikleştiriyor. Toplumdaki tüm demokratik örgütlenmeleri dağıtıp kendi hegemonyasını inşa etmek istiyor. Kürt halkını hegemonya kurma mücadelesindeki en temel engel olarak görüyor. Yol haritasını buna göre oluşturuyor. Bu durumda emekçilerin örgütlenmesi ve örgütlenmeyi sendikal alanda derinleştirmesi, demokratik eylemlikleri artırmaları yaşamsal bir görev olarak tüm emekçilerin önünde duruyor. Emek örgütlendiği oranda güç haline gelecek, emek güç olduğunda demokratik özgür bir ülke oluşacaktır.