Özgür Müftüoğlu
Ekonomik krizle birlikte artan işsizlik, yoksulluk, hız kesmeden süren doğa talanı, iktidarın intikam aracına dönüşen yargının “hukukusuzluğu hukuk haline getiren kararları”… Ülkenin tüm bu yaşamsal konulardan oluşan yoğunluğu içinde mülteciler meselesi iktidarın da muhalefetin de gündeminden düşmüyor. Görünen o ki seçim süreci yaklaştıkça mülteciler siyasetin malzemesi olmaya devam edecek.
Mültecilerin siyasete malzeme edilmesi sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. Avrupa’nın birçok ülkesinde de özellikle “yabancı düşmanlığı üzerine inşa edilmiş siyasal söylem” seçmen tercihlerinde belirleyici oluyor. Halk arasında yabancı düşmanlığıyla birlikte sağcı hatta ırkçı eğilimler artarken insan haklarını esas alan, evrensel hukukun gereğini savunan siyasi anlayışlar güç yitiriyor.
Türkiye’de muhalefetin büyük bölümü mültecilerin geri gönderilmesini savunurken AKP/saray iktidarı, sahip olduğu otokratik güçle mülteci meselesini iktidarını tahkim edecek biçimde kullanıyor. Bu bağlamda kimi zaman mültecileri geri göndermekten söz etse de genellikle mültecilerin kalıcı olmasını savunan bir söylemi benimsiyor. Bu söyleme dayanarak demokrasi, insan hakları konusunda sicili son derece karanlık olan AKP/saray iktidarının mülteci meselesine insan hakları anlayışıyla yaklaştığını düşünmek abes olur elbette.
AKP/saray iktidarının mülteciler konusunda düşmanca bir dil kurmamasında, Batı’nın insan hakları ihlallerini görmezden gelmesi ve 6 milyar euro maddi destek karşılığında AB ile Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya göç hareketini durdurmak için yaptığı anlaşmanın önemli etkisi olduğu muhakkak. Bunun yanı sıra sermaye kesiminin düzensiz yani statü hukukunun güvencesinde olmayan sığınmacıları ucuz işgücü olarak kullanabilme yönündeki taleplerinin de AKP/saray iktidarının mülteci konusunda yaklaşımında etkili olduğunu belirtmek gerekir.
Geçen hafta bu köşede değindiğimiz MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı’nın Türkiye’de çalışmak isteyen herkese iş olduğunu iddia eden konuşmasında Türkiyeli işçiler için sarf ettiği “… İnsanlar ağır işlerde, emek yoğun işlerde çalışmak istemiyor. Yabancı uyruklu işçiler bu işlerde daha fazla çalışıyor” sözlerini anımsatmak yerinde olur. Asmalı bu sözlerinde mensubu olduğu sınıfın (burjuvazinin) göçmen işçilere yönelik yaklaşımını yansıtıyor. Zira burjuvazi göçleri, Sanayi Devrimi’nden bu yana, emekçiler arasındaki rekabeti arttırarak emek maliyetini düşürmenin bir aracı olarak görmüş ve teşvik etmiştir. Bunu yaparken aynı zamanda işçiler arasındaki yerli-yabancı ayrışmasını derinleştirip onları birbirine karşı kullanarak, birlikte örgütlenmelerini ve mücadele etmelerini engellemeye çalışmıştır.
AKP/saray iktidarı, savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınanların yanı sıra -AB ile yaptığı sözleşmeyle- Avrupa ülkelerine geçiş için Türkiye’ye gelenleri de burada kalmaya zorlayarak sermayenin talep ettiği ucuz işgücünü sağladığı gibi emek piyasasında artan rekabet sayesinde yerli işçileri de ucuza çalışmaya zorlayacak koşulları sağlamaktadır. Bu durum, yabancı işçilerin ekonomik krizle beraber artan işsizlikten ve yoksullaşmadan sorumlu tutulmasına yol açmakta ve yabancı göçmenleri linç etmeye varan tepkilere neden olmaktadır.
Ortadoğu’da -AKP/saray iktidarının da körüklediği- çatışma ortamı, Suriyeli ve diğer bölge ülkelerinden göçmenlerin ülkelerine geri dönme koşullarının en azından kısa ve orta vadede oluşmayacağını göstermektedir. Bu koşullar altında uzun yıllar boyunca başta Suriyeliler olmak üzere yabancı göçmen işçilerin -her ne kadar “geçici statüde” kabul edilseler de- Türkiye emek piyasasının kalıcı unsurları olacağı anlaşılmaktadır. Sermaye kesiminin ve hükümetin kimi temsilcilerinin çeşitli zamanlarda emek maliyetlerini düşürmesinden dolayı memnuniyetlerini belirten beyanlarından da anlaşılacağı üzere Suriyeli işçilere yasal çalışma olanağı sağlamak konusunda bir beklenti gerçekçi değildir. Bu durumda yabancı göçmen işçilerin koşullarının düzeltilmesi, emek piyasasında eşit hakların sağlanması; birlikte örgütlenme ve mücadele koşullarının oluşturulabilmesi konusunda sendikalara ve emekten yana partilere büyük sorumluluk düşmektedir. Yabancı “kaçak” işçiler ve onların sorunları, görmezden gelinmeye devam ettikçe Türkiye’de emekçilerin hakları için yürütülecek hiçbir mücadelenin başarı şansı olmayacaktır.