Tarihçi Erdoğan Aydın: ‘100 yıl önce İslamı Türkçülüğe yedekleyerek girişilen emperyal siyasetin bugünkü versiyonu, Türkçülüğü İslamcı/Osmanlıcı siyasete yedekleyerek girişilen emperyal siyaset olmaktadır. Kızıl Elma bu emperyal hevesin adı’
M. Ender Öndeş
Yıllardır “Gelecekten harcayan” Türkiye ekonomisinin özellikle Kovid-19 salgını koşullarında ağır bir krize girmesiyle birlikte içeride gitgide puan kaybeden AKP-MHP koalisyonu, her seferinde olduğu gibi militarizme ve beka söylemine sarılıyor. Kıvamına getirilmiş bir kaos ortamında ‘erken seçim’ ihtimalini de içinde barındıran planlar yapılırken, pandemi başarısızlığı, işsizlik-enflasyon girdabı gibi bütün sorunların üstünü örtebilecek büyüklükte tek örtü, her zamanki gibi bayrak oluyor. Özellikle ‘agresif dış politika’ adı altında Yeni-Osmanlı hayalleriyle Suriye’den Libya’ya, Akdeniz’e kadar uzanan hatta icazetli bazı adımlar atıldıkça, hamaset de yükseliyor; atılan adımla kıyas kabul etmez güzellemeler, kahramanlık destanları birbirini izliyor.
Bu doğrultuda eski Cemaat televizyonlarının dizi kurguları yeniden Saray’a göre şekillendirilirken, AKP-MHP karışımından neredeyse Nihal Atsız ses tonunda bir Kızılelma söylemi ortaya çıkıyor. Bizzat Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından organize edilen Kızılelma marş klipleri sosyal medyadan pompalanıyor, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hamasi şiir okuma tarzı da bütün bunlara eşlik ediyor. İlginç bir şekilde politik konuşmalarında ‘Kızılelma’yı “Güçlü Türkiye” olarak TC sınırları içinde tanımlayan Erdoğan, iş hamasi nutuklara gelince “Cihan Hâkimiyeti’ düzeyine sıçrıyor, Cebelitarık’tan Bağdat’a uzanan bir coğrafya üzerine kafiyeler kuruyor.
Her devrin Kızılelması ayrı
Kızılelma kavramının tarihteki yeri ve anlamı çok somut değil aslında. Daha çok fetihçi militarist eğilime bir hedef ve ‘ganimet kaynağı’ gösterip coşturma amacını taşıyor ve bu anlamda aslında bütün sömürgeci/yayılmacı devletlerin/imparatorlukların askerlerine ve ‘tebasına’ gösterdiği benzeri hedefler var. Doğası gereği bu hedefler, hemen her zaman politik çizgi anlamına da geliyor. Tarihçi-yazar Erdoğan Aydın, “Daha çok Türkçü literatürden anımsadığımız bu söylem gerçekte yayılmacı politikaların kendini meşrulaştırma gerekçelendirmesi olarak şekillendiğinden, İslamcıların da temel kaynaklarından biri olagelmiştir” diyor ve şöyle özetliyor durumu: “Nitekim İstanbul’dan sonra Viyana’nın Roma’nın fethi Osmanlı’nın Kızıl Elması olmuştur. Esasen bu yaklaşım dinlerin siyasallaştırıldığı bütün örneklerin temel arzusu haline gelmektedir. Gerekçelendirmesi, ‘Tanrının sözünü dünyaya hâkim kılma’ (ilayi kelimetullah) çabası olarak şekillenmekte ve bunun sonucunda insanlık sonu gelmez acılara mahkum edilmektedir. Oysa Tanrının dünyasına çıkarsız inanç bu dünyanın hepimize yeteceğine inançla, onun barışla yaşanılır kılınmadı olmalıdır.”
İçerdeki sorunu bastırmak
Aydın, bu tür hezeyanların hepsinin aynı “zihniyet dünyasının farklı koşullardaki ve farklı eğilimlerdeki tezahürü” olduğunu düşünüyor: “Sonuçta gelip dayadıkları nokta, içerideki imkân ve yöntemlerle halledilmeyen sorunların atlatılması ve karşılanamayan gereksinimlerin dışarıya yayılarak karşılanması olmaktadır. 100 yıl önce İslamı Türkçülüğe yedekleyerek girişilen emperyal siyasetin bugünkü versiyonu da, Türkçülüğü İslamcı/Osmanlıcı siyasete yedekleyerek girişilen emperyal siyaset olmaktadır.”
Fetihten kim refah bulmuş?
Tarihçi Aydın, asıl önemli sorunun, bu yolla yapılan işin haklı ve meşru olup olmadığı sorunu olduğunu söylüyor. “Çünkü sonuç itibariyle yapılan iş, başka halkların, inançların yaşadığı topraklara güç politikalarıyla el koymaktır; yani üretmek ve icat etmek yerine başkalarının birikimlerine el koymak, başkalarının yurdunu zorla kendi yurdu yapmaktır. Nasıl ifade edilirse edilsin Kızıl Elmacı hamasetle yapılmaya çalışılan şey, işte bu işi meşrulaştırma gereksinimi savaşa sürülecek halkın buna ikna edilmesi, bu iş için ölüme sürülecek gençlerin sanki iyi bir işe kalkıştıkları yönünde ikna edilmesi olmaktadır. Bunu benimsediğimiz oranda insana, onun haklarıyla belirlenen evrensel hukuka, barışa da yabancılaştırmış oluyoruz. Anımsansın ki Alpaslan’ın, Fatihinkiler dâhil hiçbir yayılmacılıktan kendi halkına refah gelmemiş, ama her zafer güç politikaları izleyenleri güçlendirmiştir. Bugün barışçıl diplomasiyle pekâlâ çözebileceğimiz sorunları bir savaş gerekçesi kılmak sadece barış ve medeniyet sorumluluğumuzun değil, aynı zamanda Türkiye’nin pandemiyle, işsizlikle, yoksullukla cebelleşen halkına karşı da büyük bir sorumsuzluk olacaktır.”
Kaybedilen desteği bulmak
Bu coşma halinin, MHP ile olan yakın temastan kaynaklandığı ve seçmen kitlesinin katılaştırılması amacını taşıdığı yorumlarına da şöyle açıklama getiriyor Aydın: “Bu coşma halinde içeride giderek kaybedilen desteğin yeniden kazanılması olduğu bir gerçek. İslamcı nesiller yaratma iradesinin iktidarda kalmak için gerekli toplumsal desteği sağlamaya yeterli olmadığının görüldüğü zamandan beri Türkçü bir tahkimatla bu açık kapatılmaya çalışılıyor. Malazgirt’e yüklenen anlam, Kızıl Elma vurgularındaki artış, Arif Nihat Asya, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gibi şairlere yapılan atıflar bunun göstergesi. Düşünsenize, ‘Yeryüzünde yer beğen! / Nereye dikilmek istersen, / Söyle, seni oraya dikeyim!’ veya ‘Yiğitler kan döker bayrak solmaya / Anadolum başlar vatan olmaya / Kızıl Elma’ya hey! Kızıl Elma’ya!’ gibi bir motivasyon, içine düştüğümüz çaresizliğin bir göstergesi değilse ne olabilir? Tıpkı Akdeniz çanağındaki bütün ülkelerden tecrit olunması sonucunda yapılabilecek tek şeyin güç gösterisine indirgenmesi gibi…”
Hem ezik hem hayalci
Bu düzeyde büyük lafların ve hamasetin arkasında bir ekonomik güç de bulunmadığına işaret eden Aydın, “Bu yönelimin 100 yıl önceki İttihatçı versiyonunda Almanlara dayanma hali vardı ve ona rağmen memlekete yaşattığı felaket bir yana çöktü” diye hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor: “Şimdi o imkân da kaybedilmiş vaziyette. ABD ile başlanan BOP’nin ‘eş başkanlığı’ 2013’e kadar sürdü. Ama bu süreçte beslenip büyüttükleri yeni-Osmanlıcı hayallerinin esiri olan bizim egemenler ‘reel’ olandan bile koptular… Rusya ile şantaj, olmadı Rusya ile ittifak yönelimiyle çözüm arayışları da tutmuyor, çünkü yeni Kızıl Elmacılık, yeni-Osmanlıcılığın, geçmişin Turancılığı gibi bir stratejik Alman müttefiki veya 10 yıl öncesi gibi stratejik ABD müttefiki geliştirmesi de imkânsız. Çünkü yeni Kızıl Elmacılığın, hem maddi koşulları olmayan hem de tüm güç odaklarıyla çatışma üreten bir niteliği var. Türkiye sorunlarını barışçıl diplomasiyle, iç sorunlarını haklar eksenli gerçek bir demokrasiyle çözme çizgisine geri dönmeyecek olursa korkarım ki felaket bizi bekliyor.”
Her durumda felaket
“Milliyetçi ve dinci bir cinnet haline giren bütün toplumlarda şehadet sevgisinin yükselişi sıradan bir durumdur” diyor Aydın ve “100 yıl önce Çanakkale’yi fethe gelen İngiliz ve Avusturalyalı gençlerinin yazdığı mektuplar ve şiirler, şehadet kültürünün dinler ve zamanlar üstü halinin yansımalarından sadece biridir” diye hatırlatıyor. Aydın, şöyle devam ediyor: “Ancak bu tip haller geçicidir ve insanlar kaçınılmaz felaketlerle duvara çarptıklarında durum tersine döner. O nedenledir ki insanlık böylesi savaşçı kültürlere karşı barışın, adaletin, diplomasinin, hakların dilini geliştirmiştir. Ne yazık ki bugün, sorunlarını ya dünyanın güç dengeleriyle uyum veya olması gerektiği gibi adalet ve teknoloji üreterek çözmek yerine, olmayacak duaya amin babından yönelimlerle çözme hayallerine savrulmuş durumdayız. Ama tarihin dersi, gerçeklikten ve maddi altyapıdan yoksun girişilen tüm ‘Dimyat’a pirince gitme’ yönelimlerinin sonunun, ‘evdeki bulgurdan da olmakla’ sonuçlandığını göstermektedir. Bu gerçeklik bir yana, bu tip maceraların başarı sağlayabileceği istisna hallerde bile pastayı yiyecek olanın halk değil, bir avuç sermayedar ve tekonılojik üstünlüğe sahip devletler olacağı açıktır. Bu tip maceralarda halka düşen, ne yazık ki sadece ölmek ve ağır ekonomik yoksunluklara katlanmak olmaktadır.”
İki süreç iki politika
Tarihçi Erdoğan Aydın, militarizmin krizi derinleştireceği uyarısı da yaparken, ‘çözüm süreci’ne atıfla şöyle diyor: “AB yönelimi çerçevesinde adımlar atılan, Kürt sorununun kabul ve çözümüne yönelinen günlerin saygın, kalkınan, etkin, umutvar Türkiye’si ile bugünkü arasındaki farkın büyüklüğünü düşünsenize… O imkânların kıymetini bilip geliştirmek yerine yeni-Osmanlıcılığa ve kurumları etkisizleştiren tek adamcı rejime yönelinmesiyle geldiğimiz yer Kızıl Elmacılık oluyor. Ama bu yönelimlerin her gün biraz daha belirginleşen sonuçları, tarihsel örneklerin de gösterdiği gibi, ekonomik krizin ve uluslararası tecridin gün günden derinleşmesi, içeride ve dışarda şiddet dili dışında imkânların yitirilişi olmaktadır.”