Bu başlığı koydum, çünkü dediler. Ve diyenler kelimenin gerçek anlamıyla el’diler, yani yabancı. Yabancılık, göçmen-mülteci düşmanlığı, sağın, hatta kimi sol kimlik taşıyanların temel besini haline gelmişken netameli bir kelime. Ama yabancılığın türleri var. Bana insan kardeşim Afganlı göçmen yabancı-el değil de, 1 Mayıs’ta plastik pankart sopasıyla, tamamen korunmasız bedenleriyle biber gazı ve plastik mermiler altında polis barikatını aşmaya çalışanları, “Polise saldırdılar, kabul edilemez bir durum, şiddet kullandılar” gibi akıl almaz sözlerle hedefe koyanlar tamamen el.
O kadar el ki, böyle bir el’lik görülmemiştir…
Saraçhane’deki su kemerlerinde tomaların ve polis barikatının temsil ettiği, bütün şehrin her türlü kent hakkı, insan hakkı çiğnenerek sakinlerine kapatıldığı, görülmedik şiddet ortadayken, “polis şiddet kullanmadı, mümkün olduğunca kullanmamaya çalıştı” gibi vecizeler yumurtlayanlar mı ararsınız, direnme basiretini gösterememenin bahanesini emeğin ve insanlığın onurunu bedenleriyle ve plastik sopalarla koruyanlarda bulanlar mı?
Bu sopalar eskiden ağaçtan olurdu, böyle bir şey için ağaç kesilmemesi elbette iyi oldu. Şimdi elde avuçta bu var. Ve plastik sopalarla, biber gazı, plastik mermi yağmuru altında “polise şiddet uygulayanların” suçu, dosta düşmana işlerin nasıl yürümesi gerektiğini göstermek. Gerçekten ağır bir suç. O yüzden karşıdaki koro kuyruğuna basılmış gibi ciyak ciyak bağırıyor.
İki fotoğraf karesi
Arkadaşlar tutuklandılar. Gözaltılar da sürüyor. Ancak sadece ülkeye armağan ettikleri değil, kendileri için kazandıkları şey de tutuklanmaya değer. Öyle bir şey kazandılar ki, paha biçilmez. Zaten hukuktan çok zamandır, belki de solcular ve elbette Kürtler söz konusu olduklarında hiç, söz etmiyoruz.
İki fotoğrafı koyuyorum önüme. 1 Mayıs’ta Kemerlerin önünde direnenlerin fotoğrafı ile bir gün sonra 2 Mayıs’ta “yumuşama” gibi akıllara zarar bir ifadenin ardında işlediği bütün insanlık suçlarıyla, hırsızlık, yolsuzluğu ile duran malum figürün yanında “Görüşme fırsatını şuna buna heba etmeyelim,” diyerek halkın ona bağışladığı (resmen böyle) gücü heba eden CHP liderinin fotoğrafı. Hiç olmazsa erteleyelim de demiyorlar. Utanç ve Gurur. Hayır niye utanıyorsam CHP’ler adına. Yine de utanıyor insan.
Neyse demem o ki, iki fotoğraf önümüzdeki iki yolu simgeliyor.
Halk 31 Mart yerel seçimlerinde açlık, sefalet, zulüm, zam demek olan diktatörlüğün karşısında yer aldı. Hem de büyük ölçüde lidersiz ve örgütsüz. Şimdi ne bedeller göze alınarak yoksulların, vatandaştan sayılmayanların, muhalefete bağışladığı güç, ne idüğü belirsiz yeni anayasa tartışmalarıyla heba edilemez. Bu diktatörlüğe şnorkel takmak demek.
Yeni anayasa tartışmasının da yolu evrensel hak ve özgürlüklerin ardında kararlılıkla durmaktan ve o plastik pankart sopalarının, cürmünü aşarak, ezilenlerin tarihini sırtlayarak taşıdığı anlama sırtını dönmemekten geçiyor. Anayasa suçu işleyenler, Anayasa Mahkemesi buna karşı direnenlere “gereğini yaparken” ses çıkarmayanlar, yeni anayasa tartışmasını hakkıyla yürütme ve buradan halkın lehine sonuçlar çıkmasını sağlama kabiliyetine sahip olamaz.
Evet güçler dengesinde değişiklik oldu, Ama muhalefetin elindeki bu güç çocuğu okulda açlıktan bayılanların, başını sokacak ev bulamayanların, açlık sefalet ücretleriyle çalışanların somut taleplerini demokrasi talebiyle birleştirecek bir mücadele hattına yerleştirilemezse, diktatöre, toparlanma, güç biriktirme fırsatı verilirse, halkın ortaya koyduğu itiraz heba edilirse, bir an önce diktatörlüğün sonunu getirecek bir programda ortaklaşılmazsa kaybeden ezilenler olacak.
Yani o iki fotoğraf az önce de söylediğim gibi çok simgesel ve iki ayrı yolu temsil ediyor. Hem müzakere hem mücadele mi edeceksin? O zaman buyur polis barikatının önüne. Çünkü ezilenlerin, hakkı, hukuku orada aranıyor, emeğin, insanlığın onuru orada korunuyor.
Biraz arabeske kaçacak ama şöyle bitireyim: “Eller ne derse desin, biricik sevgilimsin. Van’dan yola çıkmıştın, belli ki gelmektesin.”