M. Ender Öndeş
Bu da yeni moda diyeceğim de, değil. Bu kadar değildi belki ama hep vardı. “El yükseltmek”ten söz ediyorum. Ne söylesen, ne yapsan yeterli bulmayan ve sana mutlaka o meselenin “temelini” hatırlatan bir insan türü var solda. Eskiden silahlı yoldan söz edenlere ve yapanlara pek sık söylenirdi, “Eee, şunu yaptınız, ne oldu? Onun yerine bu geldi” vs. vs… Bu yoldan söz edenler ve yürüyenler hiçbir zaman, şunu yapınca memleketin ve dünyanın arş-ı alaya ulaşacağını söylemezlerdi ama yine de bu muhabbet hiç bitmezdi.
Bitmiyor hakikaten. Daha geçen gündü; İkizdere ile ilgili bir Cengiz manşeti atmıştık; hemen refleks geldi: “Cengiz değil ki mesele. Asıl sorumlu Erdoğan…” Yahu tamam, okur velinimet, eyvallah da güzel kardeşim, bir sen mi biliyorsun bu işlerin arkasında Erdoğan’ın olduğunu? Hayır, Erdoğan desek de bitmeyecek ki mesele. Bu defa da bir başkası, asıl sorun emperyalizm diye bir akıl püskürtecek üstümüze.
Gözlerime inanamadım ama geçen ay bir yerde, “İstanbul Sözleşmesi mi koruyacak kadınları” cümlesini de okudum. Yani sokaklardaki binlerce kadın avanak; altı imzalanmış bir kâğıdın kendilerini koruduğuna, koruyacağına inanıyorlar ama sen tam vaktinde yetişip elindeki fenerle gerçeği pırıl pırıl aydınlatıyorsun! Yahu Allah aşkına, hakikaten var mı, kâğıtlar bizi korur diyen? Yok! O kâğıdı “feshettim” diyen iradenin arkasında adım adım gelen başka bir şey var; açık değil mi?
Siyasi mücadele, genel olarak söylüyorum, çok çeşitli cepheleri ve düzeyleri olan bir şey. Bu düzeylerin birbiriyle olan bağını kurmak önemli ama bu sözel bir iş değil. İnsanlar, en azından bir bölümü, her düzeyde, o düzeyin sorununun çözümüyle işin bitmediğini, çünkü o sorunun başka sorunlarla da bağlantılı olduğunu anlayıp yeni bir arayışa girebilirler ya da girmeyebilirler. Bu başka bir sorun; ama bu, biz onlara örneğin “Özilhan da kim ki canım, asıl sorun kapitalizm” dediğimizde gerçekleşmez. Bu, kişisel deneyimlere ve o momentteki siyasal duruma da bağlıdır.
Yani şimdi biz, Gülistan’ı bulsak ve o veledi içeri tıktırsak, patriyarka mı yıkılır? Yıkılmaz ama bu iyi bir şeydir; bu işe emek harcayan herkese güç ve özgüven verir; bu ülkede en az bulunan şeyleri… Şule Çet davası da öyle değil miydi? Soma davasından sonuç alsak? Migros’u dize getirsek? Cengiz defedilse? Yahut bizden tamamen bağımsız olarak mesela esnafa kötü davranan bir valiye karşı vatandaş ayaklansa da görevden aldırsa, fena mıdır?
Altını kalınca çizeyim: Devrimcilerin kendilerini minimal süreçlere mahkûm etmesi değil muradım. Genel olarak soldan değil, devrimcilerden söz ediyorsak eğer, bunun tam da tersini söylüyorum. Devrimci mücadele, merkeze merkezden müdahale eden, büyük siyaset yapan bir şeydir. Bu siyaseti, siyasetin hangi araçlarıyla yapar, onu bilmem. Fakat onun öncülüğü, burada uzun anlatmak mümkün değil ama tek bir cümleyle özetleyeyim, atmosfer yaratma meselesidir. Doğru işlerle bir atmosfer ve güç yaratırsanız, aynı zamanda bir çekim merkezi de yaratmış olursunuz ve o zaman zaten durum değişir. Hiçbir kurumda tek bir yönetsel pozisyonun olmasa bile, bütün o kurumlar ve insanlar, nihai olarak sana doğru yakınlaşır ve omuzların birbirine değdiği bir ortam oluşur.
Senin işin bu. Sen bunun için varsın ve fakat bu, her sorunu genelleştire genelleştire muhtevasızlaştırarak yok etmekle ya da zaten yürümekte olan vatandaşa akıl vermekle gerçekleşmez.
Yoksa, el yükseltmenin sonu var mı? Âdem’e kadar gider yani.