Geçen hafta son zamanlarda Kürt siyasal hareketine yönelik yeni bir eleştiri dalgasının başladığını ve özellikle Gazete Duvar’da yayınlanan üç yazının bu yeni dalgadaki eleştiri hatlarını temsil etmesi açısından bir örneklem oluşturduğunu belirtmiştim. Bu yazılardan Fırat Aydınkaya’ya ait olanı Kürt hareketinin kendi iç özgürleşme ve iktidar dinamiklerine yönelik sert eleştiriler getiriyor ve özellikle demokratik belediyecilik pratiklerine dair toplumsal düzeydeki hoşnutsuzluk kipiyle üretilen eleştirileri çerçevelemesi açısından önemli bazı tespitler içeriyor. Yazı toplumsal düzeyde yaşanan bir hoşnutsuzluk içinden konuşması bağlamında yer yer dikkate değer bazı tespitler içermesine rağmen nihayetinde bu hoşnutsuzluğu yapıcı bir tartışma zeminine çevirecek bir dil kurmak yerine maalesef, tam aksine, buna alelacele el koyarak, onu en temelde Kürt hareketinin yenildiğine bir kanıt olarak öne sürmekte. Yazar yazının genelinde kurduğu keyfi, hiçbir ampirik bilgiyle sınanmayan, daha doğrusu kendisinin “duydukları” ve “söylenenler” üzerinden Kürt hareketinin pratiklerine dair Orwellci bir özgürlüksüzlük hali ve karanlık bir iktidar resmi çiziyor. Bu nedenle de yazı adeta bir olumsuzlama korteji ile hareketin “cenaze alayına” katılıyor.
Aydınkaya’nın yazısının başlığı (“Kürt hareketi Kürtlere ne vadediyor?”) dahi son derece keyfi bir ön-belirlenim, bir ön-varsayım üzerine kurulmaktadır. Adorno’nun meşhur “yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözünün çağrışımından ilerlersek “yanlış soru doğru cevaplan-a-maz!” Zira soru olgusal ve etik olmak üzere iki açıdan yanlıştır. Olgusal olarak Kürt hareketinin Kürtlere bir şey vadetmediği veya vadettiğinin başarısızlığa uğradığı ön kabulüne dayandığı için; etik olarak ise, ateşten bir gömlek giymiş, adeta bir varlık ve yokluk mücadelesi yürüten, devasa bir otoriter milliyetçilik ve neo-liberal gaddarlık akıntısına karşı hayatta kalmak için kulaç atmaya çalışan bir hareketin şimdinin dehşetli zamanlarındaki mücadelesini görmezden gelerek onu puslu geleceğe dair yeni bir vaade çağırdığı için.
Yazıdaki çokça problemli noktadan bu köşede bahsetmek mümkün değil fakat esasında üç temel şeye dikkat çekmek istiyorum. İlk olarak yazı Kürt siyasal hareketinin demokratik özerklik fikrinin inşası girişimlerini ve demokratik belediyecilik deneyimini total bir başarısızlık olarak ele almakta ve üstelik bu başarısızlığı da tamamen Kürt siyasal hareketinin kendisi ile açıklamaktadır. Defalarca “siyasetin iptali” vurgusu yapan bir yazının hareketin içinde mücadele yürüttüğü makro toplumsal bağlamı tamamen göz ardı etmesi, sanki Kürt hareketi bir başka zamansallıkta ve bir başka mekânda iktidar olmuş da her şeyi eline yüzüne bulaştırmış gibi bakmasının asıl kendisi siyaset iptali değilse nedir? 2003 Irak işgali ile başlayan ve halen Suriye’deki yıkıcı savaş ile süren genel Ortadoğu krizi ve Türkiye’de 2009’daki birinci dalga KCK tutuklamaları ile başlayan, 2015 sonrasında bambaşka bir boyuta evrilen nekro-siyaset ve nekro-etik rejimini hesaba katmadan, bütün bu dışsal faktörlerin Kürt siyasal hareketinin etki ve manevra alanına, eylem repertuvarına, siyasal inşa pratiklerine olan etkisini ele almadan harekete dair bir olumsuzlama korteji sıralamanın kendisi en büyük siyaset iptalidir.
İkinci olarak yazarın özellikle Kürt hareketinin yerel yönetimler alanındaki pratiklerine dair ağır eleştirilerini sıralarken, 2000 sonrasında belediye seçimlerinin kazanıldığı Kürt kentlerinde neo-liberalizmin talancı abanışı ve ona eşlik eden devletin altyapısal iktidar ağlarındaki devasa genişlemenin, bin bir türlü içerme, kontrol ve ele geçirme tekniğinin yerel yönetim politikalarını hayati derecede nasıl etkilediğini, Bookchinci temelde tasavvur edilen demokratik belediyecilik ideallerinin bu ikili saldırı dalgası ile nasıl dejenere edildiğini görmeden bunu getirip “erken iktidar olma hastalığı”na ya da Kürt hareketinin özgürlük ve iktidar fikrindeki “ontolojik krize” bağlamak gerçek körü olmaktan başka bir şey değil.
Son olarak ‘özyönetim ilanları’ döneminde ‘öz savunma’ temelinde örgütlenen ve neredeyse tamamı bugün kimsesizler mezarlığında gömülü gençlerin siyasal olana ve özgürleşmeye dair legal siyaset aktörlerine dahi meydan okuyan ethosunu görmeyen, siyaset yapma biçimlerini “milisleşme” temelinde bir “siyasi oligarşi inşası” olarak ele alan ve hatta bunu “siyasetin iptali” olarak değerlendiren bir yaklaşımın siyasetten tam olarak ne anladığını merak ediyorum.